YOK OLUŞA DEĞİL, KAYBOLUŞA METHİYE

YOK OLUŞA DEĞİL, KAYBOLUŞA METHİYE

Hikayelerini ve romanlarını bir şairin şiir yazarkenki hesapsızlığı, programsızlığı ile kaleme alan Hasanali Toptaş kendini ne zekaya ne de duyguların belirsiz sularına tamamıyla teslim eder eserlerinde. Okurunu ise hem zekanın hem de duyguların tarifsiz sınırlarında gerçeküstü bir yolculuğa çıkarır. Dilin imkanlarını genişleten kalemiyle insanın iç dünyasında tanımlayamadığı duygulara zarifçe dokunmayı becerebilen bir yazar olarak modern dönemde Türkçe’nin, özellikle de düzyazı edebiyatının bir mucizesi olarak anılsa yeridir. Zira 1928’de yazısını kaybeden bir milletin gittikçe dilini de kaybettiği bir süreç yaşanmıştır Türkiye’de. Şairlerimiz olmasaydı belki bu süreç daha büyük bir acıyla sonlanacaktı. Bugün Türkçe’de basılan eserlerin çok azı maalesef Türkçe’nin hakkını vererek okurun karşısına çıkmayı hak ediyor. İşte Hasanali Toptaş Türkçe’nin yok oluşa demesek bile çürümeye yüz tuttuğu bir zamanda şairlerin edindiği görevi düzyazıda üstlenerek dili özgün halinde yeniden yaratmayı ve  politik olarak enkaz halinde bırakılan şiirselliği bulup gün yüzüne çıkarmayı başarmış yazarlarımızdan biridir. Türkçe’ye kendiyle barışık bir kimlik kazandırmanın yanı sıra imkanlarını da bizzat kökten beslenerek günden güne zenginleştiriyor.

Yazarın -belki de şairin denmeli- ikinci romanı olan Gölgesizler neredeyse modern dönemde ruhu sıkılan ya da daralan insan tekini yok oluşa, boşluğa, gölgesiz bir aleme davet ediyor gibidir. İç içe geçen, hayal-gerçeklik, kasaba-köy, bilinç-düş, ışık-gölge, karanlık-aydınlık, genç-yaşlı, insan-hayvan gibi zıtların arasındaki sınırı neredeyse kaldırmak istiyormuş gibi çıkar hep karşımıza. Birinin mutlaka diğerine borcu olan bu zıtlıkta öteki için kaybolması ve diğerinin içine geçmesi gerekir ki bir başka veçhesi ortaya çıksın hakikatin. Belki böylece daha aşikar olur insan olmanın daha en baştan kaybedilmişlik yazgısı ile mühürlenmiş olduğu. Yoksa her geçen gün bu kadar ruhumuz daralmaz ve Baudlaire’in şiirindeki gibi ‘dünyanın dışında bir yeri’ arzu etmezdi insan.

Gölgesizler üzerine ne kadar şey yazılsa az kalır. Bir şiir gibi her okuyanda farklı bir dünya ve farklı bir çarpılma tecrübesini ortaya çıkaran metin canlı bir dile dönüşerek bir süre sonra okuyucuyu artık olayları takip etmekten koparıp bizzat kendisini izlemeye davet eder. Bizler de klasik anlatının dışına çıkarak dilde gerçekleşen devrimi izlerken kenarında akıp giden olayları artık bir musiki gibi dinlemeye devam ederiz. Meselenin kurgusal sağlamlığı, gerçekçiliği, giriş-gelişme-sonuç formülleri artık yıkılmış yeni bir yapının içerisinde kendimize ait bir köşe bulup öylece izlemek isteriz filmi. Her ne kadar roman ile ilgili Kafkaesk yorumlarla, absürd ve karamsar özelliği sürekli ön plana çıkarılmış olsa da yazarın tüm metinlerini okumuş biri olarak Gölgesizler’in de garip bir yerden umut duygusunu taşıdığını savunabilirim.

Benim inandığım, varoluş kaygısı içinde yaratılan ve var olan bir şey, bir daha asla yok olmayı başaramaz. Tüketilen ve tükenen her şeyin bittiği yerde mutlaka bir izi kalır. Kelimelerin bile kullanıldıktan, öldürüldükten sonra dilde hatta gönülde bir izi kalır biz fark etmesek de. Ne kadar yok olmak istese de roman karakterleri gerçekte daha çok var olmak, daha çok hatırlanmak, daha çok konuşulmak için aslında tercih ederler kaçışı, intiharı, yok oluşu. Bu yüzden gerçek anlamda yokluğa değil de kayboluşa özlemleri vardır hepsinin. Kaybolmak, bulunmak özlemini ve acısını da beraberinde taşır ve insanoğlunun varoluşsal bir hasretidir yeniden bulunmak, keşfedilmek. Hasanali Toptaş bulunduktan sonra bile kıymeti hiç olmayan  ya da gölgesi bile bulunmayan bu boşluğa aşık karakterleri okuruna dilin aynasında göstererek kendi üzerlerindeki yansıma ve gölgelerini görmelerini istiyor. Kendi cismini ve sınırlarını yaşadığı kaygıdan, ruhunun daralmasından, çileden ve acıdan dolayı ne kadar yok etmek istese de insanoğlunun var ettiği boşluğun gerçekte biz okuyucu üzerine daha büyük bir gölgesi düşecek ve belki de biz meczuplar olarak kendimize bir serinlik alanı bulmuş olacağız.

Hasanali Toptaş tıpkı diğer büyük yazarlar gibi eserleri başka dile çevrildiğinde birçok incelikli, derin özelliğini kaybeden yazarlardan biri. Yine de Gölgesizler’in en fazla çevrilen eseri olması, onun en yalın eseri olduğu anlamına gelmemeli. Belki de büyülü gerçekçiliğin ve gerçek üstü imge ve karakterlerin bir Türk romanında bu kadar etkileyici ve özgün şekilde bir araya gelerek, Türk şiirinin muhteşem gücünü yansıtması diğer dünya dillerinin bu romana bu kadar ilgi duymasının ana sebebi. Bu vesile ile Gölgesizler’in Ukrayna edebiyatı okurlarına, sıcaktan bunaldıkları vakit çıkacakları bir serinlik damı olmasını arzu ederim. Hayırlı olsun.

Not: Bu yazı Hasan Ali Toptaş’ın Gölgesizler kitabının Ukraynaca’daki ilk baskısının önsözü için kaleme alınmıştır.

You May Also Like

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir