ŞAŞKINLIK KAZASI

ŞAŞKINLIK KAZASI

Sanat’ın en önemli özelliklerinden hatta karakter yansıması olarak kabul edilen yansımalarından biri hiç şüphesiz onun zamanla kurduğu ilişkidir. Kimi filozoflar bunu ölüm daha doğrusu ölümsüzlük ile kurduğu ilişki olarak da şerh etmeye ve anlamlandırmaya çalışmıştır. Aslında ölüm de ontolojik olarak zamanın sonu kabul edildiği ve sanatçının ona yenilmemek için ya da ona rağmen hayatta kalmak için verdiği kavga, yine bizi sanatın; zaman ile yapışıklık ve aynı anda karşıtlık ilişkisinin mecrasına götüyor. Nitekim modern bir şair-filozof olan Tarkovski de sinema poetikasında, en yeni sanatlardan biri olan film sanatını ‘Zamanın mühürlenmişliği’ yani zamanın ilk defa bir sanat çabası sonucunda her boyutuyla tutsak edildiği ile izah etmeye çalışır. Gelgelelim bir şairin yani kelimelerin ve dilin zaman ve gelenek ile daha doğru bir deyimle Tarih ile doğrudan hatta yapışık olan ilişkisinin farkında olan bir sanatçının film sanatı üzerinden bu paradigmayı savunması dikkate şayan bir durum.

Resim ve şiir sanatları söz konusu olduğunda eskimezliğin kimin hanesine daha yoğun ve güçlü yansıdığı hala büyük bir merak konusu. İnsan ilkel olarak ilk önce dil üzerinden (şiir) ile mi (dolaylı olarak müzik ve ses ile mi?) ilişki kuruyor yoksa göz-ışık ilişkisi üzerinden resim ile mi ilişki kuruyor. Bunu tasnif etmenin ya da birinden diğerine miras aktarmanın günümüz çağdaş sanat akımlarını özellikle de sinemayı düşündüğümüzde pek faydası gözükmese de insanoğlunun geldiği yeri hatırlaması ve kaybettiklerinin özlemiyle yeni eserlerine farklı boyutlardan ve disiplinlerden ruh ve can taşıması ayrıca kıymete bahis bir mevzu.

Boşluksuzluk Kaygısı

Şiirin hatta öncesinde müziğin insanın varoluşu ile başladığının kabulünün yanı sıra ilk insanların mağara duvarlarına çizdikleri figürlerin ya da yazıların da resim olduğunu kabul ettiğimizde iki sanatın da zaman ve ölümsüzlük ile kurduğu ilişkinin çok eskilere dayandığını hemen fark ederiz. Ne ki günümüz modern zamanlarında ve teknoloji muhasarasında kelimenin; -dil diyemiyoruz zira dil başka bir forma ve görselliğe bürünerek günden güne metamorfoza uğruyor- gittikçe güç kaybederek yerini şiirdeki imgeden farklı olarak daha çok sembollere ve alegoriye bırakması fotoğrafın, resmin ve sinemanın güç kazanmasına sebep oldu. Haliyle şiir de geçmişte olduğu gibi günümüzde yeni formları deneyerek zamanın ruhuna dokunmaya çalışıyor kendi cephesinde. Yine de ne sinema ne resim bir şiirin kelimelerinin taşıdığı imgesel gücü ve dünyayı resmetmeye muktedir olamadı henüz. Zira şiirdeki bir kelimenin sadece sesi ve anlamı yok. Kelimenin rengi, kokusu, hatırası, komşuluğu, yöresi, akrabalığı, kültürü ve bizzat o şairin eski yüklerini atarak onu büründürdüğü imgesel bir şahsiyeti vardır. Sinemanın ve diğer görsel sanatların bir kelime sanatı olan şiirden bazı sesler, hisler ve duyarlılıklar taşıması ona bir kıymet ve değer katarken aslında şiirden de bir şey eksiltme yerine onun yüceltilmesi olarak görülmeli. Bu sebeple bu süreçte referansların popüler medya ve kültür dili yerine sahici olarak şiirin bizzat kendisine yapılması gelecek nesil için en büyük kazanım olacaktır.

Şair Hakan Şarkdemir’in de neo-epik şiir ile başlayan ve görsel şiir ile devam eden zamana ölümsüz dokunuşlar bırakma serüveni Türk Şiiri için çok önemli bir durak aslında. O, Şiir/Görsel şiir paralelinde resimle de poetikasını güçlendirerek insanın yeryüzünde bulunuş gayretini yeni bir anlam dairesinin etrafına çağırıyor. Onun şiiri en başından beri kurduğu imgeler ve felsefik atmosferle bizi çarpıyordu. Resmine taşıdığı bu imgeler ve semboller bize çok cesur ve yeni bir alan açarak gelenek ile samimi ve dürüst bir ilişki kurmamıza imkan tanıyor. Onun Mehmet Akif, Sezai Karakoç ve İsmet Özel geleneğindeki şahsiyetli şair çizgisinin devamında radikal bir duruşla ne devlete ne halka yaranmamaya çalışma ahlakı ve yalnızlığı şiirinde de kendini her yönüyle hissettiriyorken resminin de temel duygularından biri haline gelmiş. Özellikle ‘Muhafazakar Sanatçı’, ‘Klasiklerden Kaçmak’, ‘Soytarı’, ‘Bellini’en Sonra’, ‘Şehzade’, ‘Terakki’, ‘Saki’, ‘Districk 14:53’, ‘Sipahi’, Muhafazakar Sanatçı ve isimsiz eserlerinin bazıları günümüz muhafazakarlığına getirdiği önemli eleştirileri içeriyorken simgesel olarak da gelenek ile bağımızın ironisini zaman zaman saçmalığını ve havada asılı kalan boşluksuzluk kaygımızı yansıtmakta. Hem şiirimizin hem resmimizin hem de dinimizin başına bela olan bu muhafazakarlık imgesinin izine diğer resimlerinde de küçük küçük rastlamak mümkün. Hakan’ın muhafazakar sanatçıya eleştirisi ve tutumu resminden önce şiirinde de net olarak hissedilmektedir. Onun Tadat kitabının ilk mısraları nasıl bir mükemmelliğin kıyısında olduğumuzu ve ne içre debelendiğimizi bize ne güzel hatırlatıyor.

‘Müzik eleştirmeniyiz biz
Ama müzik nedir bilmeyiz’

Net olarak sanatçı, şair, entelektüel hatta dindar olarak geçinen bizlerin hakikatte neye meyyal olduğumuzu ve nerelerde ne ile nemalandığımıza işaret eden bu muhafazakarlık durumunun ilhamı İsmet Özel’den ve özellikle ‘Şairler intelluct’ın pençesinde’ makalesinden geliyor sanırım.

Klasiklerden Kaçan Muhafazakar

Hakan’ın şiirinde -görsel şiirini devre dışı tuttuğumuzda- muhafazakarlığa açık alternatifler bulabiliyorken; çok cesur, yenilikçi gerçeküstü resimlerinde -ki bunlar kanaatimce Modern Türk Resminde eşi benzeri olmayan eserlerdir- buna alternatif bir imge sunup sunmadığından emin olamıyoruz. Elbette ki resim sanatındaki hatta görsel şiirdeki sembolizmin salt şiirdeki imge ile yarışamaması ve yine bizzat bizim bilgi-tecrübe ve yetkinliğimiz de bunu kavrayamayışımızda etkili olmuş olabilir. Daha nitelikli okumalar ve irdelemelerle bunlara ulaşmak elbette mümkün olabilir ama ilk elde şahsi olarak buna ulaşamadığımı söyleyebilirim. Samimiyet ve doğruluk konusunda dildeki bütün dolaylılığına rağmen şiir kadar hiçbir sanat başka bir insanı şiirin sarstığı kadar sarsamaz. Hakan’ın Monarşi şiirinden basit bir örnek verecek olursak

Bir dost yok burda bana
Bu can çekişen vadisinde saltanatımın,
Bir dost yok ki kapımı çalsın
Şu kuduz rüzgarlar gibi
Etime dişlerini geçirirken mırıldanarak
Desin ki, ‘Seni görmek geldi içimden, sadece
Seni görmek için geldim ben.’

Bu mısralardaki gibi büyük imgelere bile bazen ihtiyaç duymadan şiirin, insanoğlunun yalnızlığını ve acısını tanımladığı ve onun yer yüzünde yalnız olmadığını hatırlattığı birçok örneğe rastlamak mümkün . Görsel şiirin ve onun resimdeki karşılığı olarak gördüğüm abstre resmin salt şiirden en büyük eksiği işte bu samimiyet ve doğruluk olsa gerek. Hem görsel şiir hem de Abstre zaman zaman bazı sembollerle güçlü çağrışımlar ortaya koysa bile imge düzeyine çıkamadığı için şanslı olanlar dışında çok azı zamana mühürlenebilmekte. Bir çoğu ise popüler şiir kültüründe eşine sıkça rastladığımız artistik çıkışlar ve motifler olarak zamanın çarklarında öğütülüp gitmekte.

Hakan’ın resimlerinde bir çok resim akımından ve ressamdan izler görmek mümkün. Bıkmadan yorulmadan sevdiği bir çok ressama selam yollamak ya da O ressamı bir şeyi yeniden düşünmeye davet etmiş gibi hissedersiniz eserlerini izlerken. Hem expressyonizmi, hem empresyonizmi, hem fütürizmi hem de sürrealizmi Türk Şiiri’nin ruhuyla keşfedersiniz adım adım. Resimleri sizi kucaklayıp sarmalar ve sanki karşınızda Boccioni, Renoir, Mone, Munch, Picasso, Dali, Modigliani, Giacometti, Chagall, Miro varmış da yeni bir dil ile konuşuyorlarmış gibi yeni seslerini duymaya çalışırsınız zaman zaman. Bu hiçbir zaman onları kopya etme ya da büyük şekilde etkilenme gibi bir duygu bırakmaz işin sonunda. Zira çok az Türk Ressamımızda görülen özgünlük, orjinallik, yerellik ve açıklık barındırmaktadır eserlerinin çoğu. Yukarıda andığımız büyük ressamların tümünde nevi şahsına özel duygular vardır. Birinde yalnızlığı, birinde dağılmışlığı, bir başkasında çığlığı, diğerinde acıyı ve bir ötekinde çatışma ve kavgayı hissederseniz. Hakan’ın resimlerinde ise benim en çok karşılaştığım duygu belki de o şair ruhundan taşarak resmine de sirayet eden ‘Şaşkınlık’ duygusudur. Yani eserlerindeki karakterler hep şaşkındır (Şehzade,C-3P0, Soytarı, Nuri İyem, Kaza, Districk 14:53, Korkunç Canavarlar, Muhafazakar Sanatçı, C-3P0 ve Deniz Yolcuları). Bir şeyi anlamaya mı çalışıyorlar ya da size bir şeyler söylemek daha doğrusu sormak istiyorlarmış da donakalmışlar gibi hissederseniz. Ressamın şaşkınlığı yakıştıramadıklarının yüzlerini ve gözlerini çizmediğini (Space Dementia, Sakin, Ayşemayşe, Saki) bazen de kask giydirdiğini (Genç bir öğrencinin yarışçı olarak portresi) fark edersiniz. Halbuki o bedensel duruşta bile yine bir şaşkınlık durumu geçer size. Zamana atılmış ve nereye gideceğini tam olarak bilemeyen acemi insan duruşu vardır bir çok isim eserinin karakterlerinde. Yardıma muhtaç ama nasıl yardım isteyeceğini bilemeyen, bazen bunu biliyormuş edasıyla çaresizliğini gizlemeye çalışan ama bunu yaptıkça da traji-komik duruma düşen insan figürü. Modern şiirin ve modern insanın da durumu bu değil mi zaten. Şaşkın ama şaşkınlığını mükemmel bir muhafazakarlık çerçevesinde gizlemeye çalışan ve kaza sonucu boşluksuzluk kaygısını şiirle onarma fırsatı bulmuş bazen bunun farkında bazen de farkında olmayan bir mülteci. Nereden geldiğini az çok bilen ama nereye gideceğini bilemeyen ve bilmekten ve dahi sormaktan korkan şaşkın bir çocuk mülteci.

Kendimizi biraz daha yakından görmek biraz daha yakından duymak için gelin Modern Türk Şiirinden ilham alan ve onun o eşsiz kudretini resim sanatı ile buluşturmaya çalışan büyük ressam Hakan Şarkdemir’in eserlerine hep birlikte içimizdeki boşluktan bakalım. Belki kaza sonucu bir şaşkınlık düşer içimize…

Not: Bu yazı 9 Mart 2022 tarihinde Zeytinburnu Kültür Merkezinde ‘Mükemmel Boşluk’ isimiyle açılan Hakan Şarkdemir’in sergisi için hazırlanan kataloğun giriş yazısı olarak yayınlanmıştır.

You May Also Like

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir