ASIM’IN NESLİNDEN KALAN SON SADALAR… (ASIM GÜLTEKİN ANISINA)

                                                                                                                                           23.7.2020

Hayatımıza bazı insanlar dokunur ve sonrasında çok sık görüşemezsek de varlıkları bize daima bir güven ve heyecan hissi verir durdukları yerde. Ara sıra karşılaşmamız ayak üstü bir hasbihal etmemiz ya da hesapsızca garip bir mekanda bir çay içimliği fırsat yakalamamız bize hayatta yalnız olmadığımız ve sıkıştığımızda sığınabileceğimiz bir liman hissini verir. Birkaç yıldır hayatımızda bu limanların artık zamanı geçmiş bir deniz feneri gibi bir bir sönmesi ne garip ve ne hazin değil mi? Bu durum içimizdeki yaşlılık ağacının gittikçe büyüdüğüne mi yoksa hayattan bize yazılan nasibin yavaş yavaş daraldığına mı bir işaret bilmiyorum. İki yıl önce anne kabilince sevdiğim Srebrenitsa Annesi doğrusun söylemek gerekirse Bosna’nın annesi Hatice Mehmedovic’in vefatını yine 23 Temmuz’da öğrenmiş ve benzeri bir haleti ruhiye içine girmiştim. Dün de Asım’ın vefatını şok bir şekilde öğrenmiş ve bugün o da tıpkı Hatice anne gibi bir başına gömülmek istiyormuşçasına cenazesine beni ve bir çoğumuzu kabul etmiyor. Tam bir hafta önce  Perşembe sabahı konuşmuştuk. Yine kendi derdimize odaklanmış şahsi ruh ve halini sormakta özet geçmiştim. Halbuki kederli ve yorgun gelen sesinin neye gebe olacağını bilemezdim.

İlim Yayma Cemiyeti Hacı Muharrem yurduna bir yıl aradan sonra tekrar mukim olma niyeti ile geldiğimde (Cerrahpaşa Tıp Fakültesi 1.sınıftayken sınıfta kaldığım için kovulmuştum) Asım diye bekar bir öğretmenin bizim blokta üst katta misafir kaldığını öğrendim. Özel bir odası vardı. Daha önce Ankara’da kolejde yatılı kalırken böyle abiler görmüştüm. Belletmen denirdi böylelerine ama ben o yıllarda biraz özgüveni yüksek olmaktan ya da ya ukalalıktan olacak hiç hazzetmezdim belletenlerden.  Zira kendi cemaatlerine, gruplarına almak için şirin göründüklerini düşünürdüm hep. O yüzden uzun bir süre uzaktan izledim onu. En çok konuştuğu şeyin şiir ve dergiler olduğunu fark ettim. Kırklar, Atlılar, Mavera, Yedi iklim vb…, İnsanların yüzlerine bakarak heyecanla konuşması, az da olsa dinlemesi dikkatimi çekmişti. Karakteri ve üslubu zamanla sempatik ve sevecen gelmeye başladı.

Onunla ilk sohbetimizi hayal meyal hatırlar gibiyim. Bir gece merdivenlerde karşılaşmıştık. Lavabodan odama geçiyordum o da ellerinde kitap ve dergiler, yukarı çıkıyordu. Yanlış hatırlamıyorsam ‘Şiir yazıyor muşsun Faysal?’  diye bir soruyla doğrudan konuya girmişti. Böyle bir konuya böyle doğrudan girdiği için elim ayağım tutulmuş, kaçamamıştım tabi. O zaman fazla idealisttik ve ego da tavandı.  Beğenmiyordum bir çok dergiyi ve şairi. Bizim için varsa yoksa İsmet Özel’si. Asım’ın Karakoç’un müridi olduğunu biliyordum. Kuyruğu indirmeden mesafeyi koruyarak birkaç şey söyleyip kaçmayı tasarlamıştım ama onun sıcak ve anlayışla hatta merakla dinleyen tavrı sanırım o koridorda yaklaşık bir saat ayak üstü sohbet etmemize vesile olmuştu. Ondan sonra her ne kadar yine mesafeli olsam da güzel, dozunda bir ilişkimiz oldu. Yakın çevresindeki diğer arkadaşlarımızda olduğu gibi hiçbir zaman sulu bir ilişkimiz olmadı. O da buna saygı gösterdi ve böyle devam ettik.

Asım abi kaldığımız o yurtta bir ilki başlatmıştı. Gerçi onun hayatı hep ilklerle doludur ama bu anlatacağım bizim karşılaştığımız bir ilkti. Sabahları dünyanın farklı coğrafyalarından  marşlar dinleterek bizi uyandırırdı kahvaltıya. Sevgiyle, coşkuyla, aşkla yapmak isterdi her şeyi. Gündelik, can sıkıcı  işleri bile heyecanla yapardı.  Çok az şikayet ettiğine tanıklık etmişimdir. Onun kitabında umutsuzluk, karamsarlık yoktu. Eleştirirken de hep yapıcıydı. Düşmanımız dahi olsa birini silmek ya da kin duymak Müslümana yakışmaz derdi.

Yine böyle klasik Asım abi sabahlarından birinde Hacı Muharrem yurdundayız. Gözlerimizi şaşkınlık ve tedirginlikle açtık, hoparlörden  Ahmet Kaya’nın sesi. Söylediği şey Marş’a da benzemiyor. ‘Çok uzaklarda öyle bir yer var / O yerlerde mutluluk var’ şarkısı böyle ince ince ruhumuza işliyor. Ahmet Kaya’nın öldüğünü gece haberlerinden duymuştuk ama böyle muhafazakar bir yurtta onun şarkıları yüksek sesle ilk defa çalınıyordu. Hem de Kürtçü diye memleketten kovulduğu bir zamanda. Kahvaltıya indik hızlıca. Baktık Asım abi teybin hoparlörüne dayamış mikrofonu, öğrencileri kahvaltıya uyandırmak için bütün yurda Ahmet Kaya yayını yapıyor. Bir yandan böyle önemli ve büyük bir memleket sanatçısını kaybetmenin hüznü öte yanda gönülden gönle akan samimi bir sevinçle kahvaltı yaptık o gün. Kimse kimseyi üzecek bir şey söylemedi.

Birkaç hafta sonra Asımdan cesaretle ben de nöbetçi olduğum bir gece kahvaltıya uyandırmak için Sezen Aksu’nun sanırım ‘işte biz o gün tükeneceğiz’ şarkısını teypten yayınladım. Bir gürültü koptu merdivenlerden. İsmini söyleyemeyeceğim çok sevdiğim bir arkadaşım hızla geldi ve teybi kapattı. ‘Oğlum haram dedi kadın sesi. Kendin dinleyebilirsin ama bize dinletmen doğru değil’ diye çıkıştı. Ne olduğunu anlayamadım başta. Sonra ‘Peki abi dedim sen bilirsin ama birkaç yıl sonra fikrin değişecek ve kralını dinleyeceksin. O zaman seninle görüşelim lütfen’ diyerek kızıp çıktım. Sanırım Asım abi yurttan ayrılmıştı o sıralar. Yoksa eminim ona da izin verirdi. İlginçtir ki O sevdiğim arkadaşım şimdi uydu üzerinden yayın yapan kanallardan sorumlu bir şirkette müdür. Büyük ihtimal de ortamın bu kadar çöpleştiği ve müptezelleştiği bir ortamda  Sezen’i ve onun gibi kaliteli sanatçıları ve eserlerini iştiyakla ve samimiyetle arıyordur yayınlamak için.

Mezuniyetten sonra yollarımız biraz ayrıldıysa da hep onunla güzel yerlerde karşılaştık. 4 yıla yakın bir süre yurt dışında yüksek lisans yaptığım için İstanbul’dan uzak kaldım. Yine de takip ediyordum onu ve edebiyat dergilerini. Asım abi ömrünü insana adamış bir vakıftı. Onda bütün bir İslam coğrafyasının dostluk ve kardeşlik şuuru, edebiyatla mündemiç bir şekilde kendini aksettiriyordu. Hiçbir politik söylemi, siyasi angajmanı, sağcılık-solculuğu hele de muhafazakarlık anlayışını kabul etmiyor ve insan ilişkilerini bunlara bağlı olarak ya da herhangi bir grup kültürü ile geliştirmiyordu. Bu yüzden de aslında yalnız bir adamdı Asım abi. Derviş gibi yaşar, azla kanaat ederdi. Kürdü, lazı, çerkezi, arabı, acemi Karakoç’tan aldığı İslam kardeşliğiyle kucaklar, ekmeğini-azığını yanındakilerle bölüşürdü. Mütevazıydı ama yeri geldiğinde o derece de radikaldi.  Abd’nin Afganistan işgali sırasında Beyazıt eylemlerinde karşılaşmış onun heyecanla Ortadoğu için attığı sloganlara hayret etmiştik. Vaktinin çoğunu gençlere ayırırdı. Üç Yol filmimi ve beni sanırım ondan fazla liseye davet etmiş bizi gençlerle buluşturmuştu.  Onların heyecanlarını ve umudunu bize, bizim naçizane tecrübelerimizi onlara taşıyordu.

Uzun kopuşlara rağmen yine bir bayram sabahı Üsküdar Valide Sultan’da ya da Kandilli’de Hüseyin Kutlu hocanın mekanında ya da bir edebiyat etkinliğinde karşılaşıyor ve hasbıhal ediyorduk. Bir ara uzun bir süre karşılaşmadık. Dostluk film festivalinin 2.sini düzenlerken isim tescil hakkı ile ilgili ciddi bir problemle karşı karşıya kaldık. Festivalin başlamasına bir ay kala bize iftiralar atılmış ve haliyle bunu temizlemeye çalışıyorduk.  Medyadan, oradan buradan kime anlatsak kimse yardımcı olamıyordu. Yine bu meseleyi arkadaşla istişare ettiğimiz bir ortamda birisi Asım’ın adını andı. Gece geç saatte mesaj attım. Birkaç dakika sonra aradı ve yaklaşık yarım saat konuştuk telefonda. Diğer kaçanlar, susanlar gibi değil yaptığımızın değerini anlayan, bizi bilen ve o dost ve ümmetçi bakış açısıyla meseleyi kavradı ve sahiplendi. Elini taşın altına koydu. Gerekli yerlerle konuşup haklının yanında yer aldı. Hem de hiç bir çıkar gözetmeden. Sırf gençler yararına dostluk anlayışıyla bir film festivali yapıyoruz diye. Bu işleri yapmanın ve sürdürmenin ne kadar zor olduğunu ondan iyi bilen yoktu.

Asım gözleri ile Müslümanların iktidara geldiğini gördü ama vicdanı bundan müsterih olmadı malesef. Müslümanlar gittikçe yola çıkış ilkelerini kaybetmiş, makama, lükse ve dünyaya kapılmışlardı. Siyaset ve koltuk uğruna birbirlerini yemeye yok etmeye başlamışlardı. Bir takım vakıf ve dernekler de eski samimiyetlerini kaybetmiş sistem içerisinde fonksiyonsuz hale gelmişlerdi. Mütevazi, ehil ve alim insanlar küserek uzlete çekilmişlerdi. İktidarın etrafında onlara alkış tutan menfaat avcılarının sayısı gittikçe artmıştı. Asımın kalbi bu durumdan hiç hoşnut değildi. Her görüştüğümüzde başta gençlerin sonra da onların besleneceği edebiyat, sanat ve kültürün kıymetinin bilinmediğinden dert yakınıyor liyakatsiz insanlarla muhatap olmaktan duyduğu ıstırabı dile getiriyordu.

Yine de Asım asla umutsuz ve kötümser değildi.  Hala pozitif düşünüyordu. Müslüman gence örnek bir ideal ve rüya aşılamak için elinden gelen gayreti gösteriyordu. Dergi çalışmaları, eğitim toplantıları, yazar buluşmaları, kendi köşesinde mesele ettiği dil ve ahlak problemleri… Gençlerin, içlerindeki koru keşfetmelerini sağlayacak örnek eserleri her ortamda, farklı vesile ve biçimlerde onlarla buluşturuyordu. Kendilerini fesat ve haramla kirletmemeleri için manevi boyutlarını da derinleştirecek adresler veriyor ve onları kendilerine yoldaşlık yapacak doğru insanlarla buluşturuyordu.

Son konuşmamızda sesindeki yorgunluğu ve çaresizliği hissetmek bu ölüm haberini aldıktan sonra şimdi daha fazla koyuyor ne yazık ki. Herkesin diline geldiği gibi benim de ‘ah keşke şimdi en azından, son bir defa dediğim neler yok ki…’  Bu sebeple dostlarımızı, özellikle varlıklarından emniyet ve güven duyduğumuz güzel insanları geç olmadan bir daha doyasıya görelim diye naçizane tavsiyede bulunmak isterim. Onlarla konuşalım. Uzaktan yakından fark etmez hasbıhal edelim. Helallik dileyelim…

Asım’ın son paylaştığı metin ise onun bize ve coğrafyamıza, dinimize ve dostluk anlayışımıza bakışını özetleyen bir miras olarak kalacak hepimize;

‘Kusuru kendimizde aramalıyız

Kimseye kolay kolay kızmamalıyız

İmtihan

İmtihan dünyası Mihnet tabiatında var

Rabbimin sevdiği ne güzel kulları var şu dünyada

Onlar yanlışa düştüğümüzde ne de güzel tutarlar elimizden.

Dünya onlarla güzel

Secde ile güzel, Zikirle güzel

Hay hak hu…’

 

Göçtü kervan ve Asım da kalmadı burada…İnna lilah ve inna ileyhi raciun…

Faysal Soysal

 

You May Also Like

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir