BİR DEVİN YIKILIŞI

8.11.1998/Z.Burnu

Ansızın bir dev uyandı rüyasından. İlk defa ne olduysa ilk defa terlemişti. Düşünden ne düşmüştü acaba yüreğine ki yavaş yavaş damarlarına pompalanıyor bir gizem. Koruyucularında bilinmeyene karşı elzem bir korku. Terini silmeye çalışıyor paralı huriler. Paralar korkuyu kurtarmıyor nedense. Ayaklarından tek tek kurşunlar sıyırıyor. Bir boşluğu duymaya başlıyor hücrelerinde. Gövdesinde çıkıntılar belirginleşmiş. Beyninde her savaştan alınmış demir parçalarını dövüyor gibi bir cin,cinden de öte bir gerçek bu. Ağrıya karşı geliştirdiği ilaçlar nerdeyse gözlerinden akacak sarayının mermer sütunlarına. Ve dev yeter diyor artık:

-Yeter beynimdeki akıl çık içimden. Sana beynimi ellerimle vereyim yeter.
Sesi göğü bile çınlatan devin askerlerini de sarar bir ukde. O anda dev yine:
-Getirin bana Yusuf’u. Rüyamı yorumlasın. Kölelerin efendisi: -Efendim kızmayın ama daha geçen sene maliyeci olarak çalışan Yusuf’u herkese eşit pay dağıttığı için öldürtmediniz mi?
-Hayır,hayır aptallar hayır.Düşlerim yaşadıkça Yusuf da yaşar.Pişmanlık size has bir gerçek.Pişmanlığınız yeniden bir Yusuf yaratır biliyorum. Yedi ülkenin yedi kuyucunun sularını karıştırıp Olemph ve Himalaya’ dan aşağı salın. Yusufçuk kuşları bunu göreceklerdir. Onlardan Yusuf’ un öldükten sonra yaşamaya başlayan sesini isteyin.
-Ama efendim bu sefer istiyorsanız kızın. (Çünkü kızmamanızı isterken zaten kızmış oluyorsunuz hemen) siz ki bizden farklı kutbun varlığı, sözlerimizin aşkınlığı. “Kuşlarla konuşan Süleyman sizin hüdhüdünüzü Belkıs’a haber yollarken ona sizin bilmediğiniz (belki de anlamadığınız) kelimeleri söylediği için öldürülmedi mi kurmaylarınızca”.
-İçimde benden daha çok büyüyen bir cücenin gizemi varken, sizin gibi salakların konuşmalarını dinlemek kafamı durgunlukta yüzen mavi sakalın kırkbirinci odasında bir yaşamın darlığında sürüklüyor. Her şeyi ben mi söyleyeceğim size. Çabuk defolun ve dediğimi hemen yapın. Benden size akan bir ağrıyı iliklerinizde hissettiğinizde o zaman Yusuf un sesi ağrınızı çözecektir.

General Govinda, kendi içinde ben Yusuf’ u bulmak istemiyorum ki ağrılarım başlasın diye düşünüyordu. Bir devin ölümü acaba yaşamımız olan bizden büyük devcileyimizi de öldürür müydü? Ne kötü şey şu düşünmek. Onun gibi tanrıların karar ve hüküm duygularına sahip olmak ne güzeldir kim bilir? Diye söylenirken, hüdhüd kapıda hazır kendisini bekliyordu.

Devin saçlarında bir zaman soluyor.Yeni fakat anlamı ancak çok iyi düşünebilen kişilerce belirlenebilen bir zaman açıyor devin saçlarında. Tomurcukları siyah zambaklardan ayrı bir koyuluğu taşıyor. Devin göğsünde eski ağrısı başlıyor ansızın. Hemen emir veriyor:
-Getirin bugünkü kurbanı. Dicle’ nin soyunda kaynatın. Yedinci kurbanı yedinci nehirde.Kurbanın küllerini sarın yarama çabuk.
Berkar (en iyi avcısı) dedi:
-Bu günkü kurban yalnız bir çocuk efendim.
-Olsun onların külleri daha taze olur acıma. Gözleri yine mavi mi bari?
-Evet efendim dedi Berkar.
Dev uykusuna yattı. Dicle’ nin çocuğu,Dicle’ nin kaynayan ezgisiyle devin göğsünde eridi. Devin dokularına yedinci damardan ulaştı sonsuzluğun mavisini taşıyarak.
Acıdır sevinç çığlıkları devin başında. Bir sabaha gömülmektense hep gecede kalmak istiyor. Uykuya dalmak için hep gündüzde kalmak istiyor artık. Zamanın böyle yarısını ondan alan şey neydi? Acaba tarihinin ülkesinin(belki de daha kötüsü) kendisinin de yarısını almaya gücü yetecek miydi? Cildinde yağmura doymuş bulutlar kara kara bir gökyüzünü anımsatıyor. Yorumlaya bilecek bir akıldan üstün bilemi bir cevap vermiyor deve. Gözleri şişik uyanan dev:

-Yine o rüya, o düş ,o yalnızlık, o insanlaşma, yalnızlaşma.Getirin bana Yusuf’un rüya yorumlarını.Bir tanrının ölmesi nedir.Ülkemin mabetlerinde tanrılar tek tek ölüyor. Bedenim bir mabet, gözlerim bir kitap oluyor… ne demek bunlar Yusuf ?..
-Ey yedi yürekli, yedi anlamlı dev. Sen ölümü hak ediyor musun? Eğer hak ediyorsan doğmuş olman gerekir. “Doğmuş olmak ne ey dev?” Diye söylendi Govinda toplanan büyük yorumcuların huzurunda, kuşların sözünü aksettirerek.
-Ey bir dönem; Musa’nın, İbrahim’ in, İsa’ nın ve sonra Muhammed’ in tanrısına inanmış olup en son hepsini öldürdükten sonra benim hükümranlığımda yaşayan siz mesut insanlar. Sizin tanrılarınızın zıttına ne yaptım ben? O size elbise verdi, güç verdi, kılıç verdi, akıl verdi faydalanmanız için. Ben de Şahmeranı(yılanlar şahı) öldürerek yılanların zehirlerini akıttım. Sayemde yılanlar zehir salgıladılar. Ve siz zehire karşı savunma yöntemleri geliştirdiniz. Ben sudan ateş çıkardım. Siz ateşten korunma yolları geliştirdiniz. Ondan faydalandınız. Evet o size iyiliği verdi. Ben bu iyiliğin anlamını, bu iyiliğin değerini verdim kötülüğü göstererek. İkimiz de sizin içinizi oluşturan anlamın yorumun ve yaşam gücünün var olmasında rol almış olmuyor muyuz?
Şimdi nasıl olur da içimizdeki canlıların sesinden konuşan Yusufçuk kuşları benim var oluşumu sizin gibi akledebilen ama yorumsuz hiçbir şey olan insanların doğumuyla bir görebilir? Söyleyin ey halkım ölüm bende ne zaman öldü? Ne zaman aklınızın sınırladığı yarattığı ölüm bende dirildi?

Govinda’ nın suratında sararan bir derya beliriyor. Şehrin büyücü ve yorumcularında buna benzer bir ten kayması. Asasıyla (bir gezgin) :

-Ey rüyasıyla savaşmaya gücü yetmeyen kral!
Seni bu rüyadan sadece yorum gücün kurtarabilir. Yorum yapabildiğin an tanrıcalığın son bulacak, halkına yani insana yaklaşacaksın.Dev döndü:
-Adın ne senin ey köylü?
-Adım Sidarta; İncir’in gölgesi.Sonsuzluk çeşmesinin bestesi,Sidarta’yım ben.
Dev:
-Benim insana yaklaşmam iyiliğin bendeki anlamsızlığını bulmasıdır. Kötülüğün sizdeki yorumunun ölmesidir. Tanrının ölüp insanlaşması?
O zaman aklınız ya da aklımız ne işe yarar? Her kesin kendine aklı yetecek mi? Rüyamda gördüğüm tanrılar ölmeli? Öldürdüğüm tanrının yerine ben geçmeliyim. Ve devin yarasından bir yangın koptu. Kanından maviliği gökyüzüne savuran bir ateş düştü ülkemin topraklarına. Kavmin ağaçlarında yeni meyvalar. Yeni anlamlar, emirler kavmin ellerinde. Halkın hepsi işlerine döndüler.

Dev sarayındaki yatağını timsahların bulunduğu arka taraftaki nehre atıyor. Tekrar uyumak tekrar ölmek istemiyordu. Ben tanrı değilim. Ben yöneticiyim. Neyi yönetiyorum ben, gerçekte neyim? Saray penceresinden ülkenin yeşilliklerini izlerken ilk defa kendisine soru sorduğunu fark ediyor.
-Yoksa, yoksa gerçekten de yorum yapma yeteneğini mi kazanıyorum? Hayır, hayır olamaz böyle bir şey. İyi ve kötü bir birine karışacak.“Tanrılar yaşamda ölecek.” diye söylenirken saraya doğru küçük bir çocuğun yürüdüğünü gördü.
-Ey Govinda bak şu çocuğa. Ne işi var gecenin bu saatinde?
Govinda çocuğu saraya alır.Bir süre sonra Govinda;
-Sayın kralım sizinle konuşmak için gelmiş. Kral:
-Bir çocuğun aklı nasıl yeter tanrısal yeteneğe sahip biriyle konuşmaya?
Ansızın çocuk süratle ilerledi ve;
-Akıl, gücün kaynağıdır efendim. Ben sizi tanrısal kılıp öldürmeye değil insana doğru diriltmeye geldim. Bize verdiğiniz iyiliğin anlamı için çok minettarız. Ama kitap der ki;
-İnsanı yarattım; yani iyiliği ve kötülüğü yaratmadı tek Tanrı. İyilik ve kötülük yaratılmış olan bizim ve aklımızın kendi yarattıkları değerlerdir. Rüyan gerçekleşecek. İşte sana kitap. Yaşamın kaynağı, saadet ve güzellik işaretlerini yorumlamayı başarabileceksin. İnsanlar iyiliği ve kötülüğü sen onların karşısında olmadan da anlayabilecekler. Hep beraber “ölümsüzlük çeşmesinin ezgisi” olacaksınız; ülkenin vadilerinde, sıradağlarında, ovalarında, Pazar yerlerinde. Ve işte senin dirilişin bu gecedir ey dev! Kitap sana geldi.

Kitabı bırakıp hemen koşmaya başladı çocuk olarak gördüğüm genç. Saraydan çıkarken; keşke O’ na ismini sorabilseydim diye düşündüm (düşünmeye başlamışım). Ormanın derinliklerinden:
-“adım İbrahim” diye bir ses geldi.
Ve dev Govinda’ yla hasırın üzerine yattı. Sabah uyandığında ellerinin, ayaklarının ve başının değişik olduğunun farkına vardı. Aynaya dönüp baktı ve dev yıkılmıştı. Yerinde bir insan gülümsüyordu şimdi. Hayata, topluma ve tarihe bir insan gülümserdi zaten.

You May Also Like

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir