FATİH CAMİSİNDEN ESMER BİR YAŞAM ESİNTİSİ

11.12.1998/K.M.PAŞA

Gün doğmak üzereydi. Son yaşlı amca da sabah namazından çıkıyordu. Usul usul ayakkabısını yere bırakıp kalın çoraplarıyla ayağını sığdırmaya çalışıyordu. Bu senelerde hep bir şeylerini bir yerlere kurmak istiyordu yaşlılar. Gideceklerdi. Geleceklere kurulu bir düzen vermenin veya onu verebilme gayretinin telaşı içerisindeydiler. Bu açıdan kendimizi de hayatın bir soluğuna yetiştirmek, kimse bilmese de kendimizi hayatın bir odasına bağışlamanın serencamlığını yaşıyoruz. Yavaşça belini doğrulttu Ahmet Ağa. Bir gökyüzüne bir de ağaçların yere dökülmesine bakabildi yürürken. Ya gökyüzündeki bulutların göç edişine ya da dallardan yaprakların düşüşüne gitmişti düşünceleri. Ama yürüyebiliyordu gene. Malta kapısında bir kaç ihtiyar ahbap söyleşiyorlar. Yıllardır böyle söyleşiyorlar. Son dönemlerde Fatih Camisini hiç yalnız bırakmadılar. Fatih Camisi de onları yalnız bırakmamıştı. Ne Ihsan Efendiyi ne Molla Salih´i, Reis Efendi´yi,Taş Kemal´i , Yufka Hasbi’ yi ne de hep sonda da kalsa Ahmet Ağa’ yı. Bahçesinde kırmızı boyayla,yüreğinde derin bir yarayla hiç unutmamıştı Metin’ i. Ve Ahmet Ağa da yetişti Ihsan Efendilere .Küçük bir gurup da olsalar, karıştılar Fatih’in yüreğindeki yollara…

Ve güneş gülümsüyordu, sırtından ağırlıklarını atan bulutun ardından. Bahçenin, kubbenin, taa insanların içine gülümsüyordu yine. Geleneksel giysisiyle bir kadın geliyor Kadınlar Pazarı’ndan. Sırtında sarı “Tariş” yazılı bir tenekeyle. Yavaş adımlıyorsa da parkeleri menziline ulaştı sonunda. Fetih Yurdunun tabelasını da geçtikten sonra şadırvanın karşısında indirdi yükünü. Yaşlılığa yakın elleriyle,çok nazikçe peştamalını çözdü. Tenekeden biraz buğday yemi serpti peştamalına. Oradan caminin henüz yeni ısınmaya başlayan betondan tenine serpti. Ağır ağır üveyikler indi semadan .Bakır gagalı güvercinlerin sevinç çığlıklarında Fatih’in teninden bir yaşam yayılıyor bahçenin koyaklarına. Ta en ücra köşesinde bir simitçiyle buluşuyor yaşamın bu kanat sesleriyle başlayan doğumu.”Gevrek simit” sesiyle kokusunu dağıtıyor sıcak simitler. Bizim küçük Mehmet bu. Bugün de boyundan büyük bir tezgah açmış. Sönmüş hayatımızdan sabaha. Ve doğuma dair anlamlar dağıtıyor sesiyle. İşçiler,memurlar,kadınlar bahçenin bir kapısından girip diğer kapısından çıkarken gecenin uyku eksikliğini zarif esnemeleriyle birbirlerine dağıtıyorlar.”Olsundu bu kadar yorgunluk. Bu kadar uyku kalsındı. Ne de olsa bir gün çok iyi uyuyup dinleneceğiz zorlu bir gün için.” diye içinden geçiri yordu tamirci Zekeriyya mezarların yanından geçerken. Ve öğrenciler… Anlamlı sabah ifadeleriyle yeni bir güne umudu taşıyan öğrenciler… Bir elinde kitap diğer elinde sıcak bir simitle,bu bahçenin hiç ölmeyeceğini andıran bilimsel yürüyüşleriyle,öğrenciler geçiyor Hatice teyzenin güvercinleri arasından küçük Mehmet’in tezgahına uğrayarak. Öğrenciler günü taşıyorlar buradan kentin zamanın yangınla savaştığı hızlı hayatına.
Zaman yürümeye başlamıştı günü. Çocuklar da dolmaya başlamıştı avluya. Annelerinin,ninelerinin,dedelerinin ellerindin tutan çocuklar hoplaya zıplaya iniyorlardı bankların olduğu bahçe köşesine. Oturup özlem,hasret,huzur basıyorlar yaralarına bu kavmin kadınları. Torunlar hiç sönmeyecek bir umut serenatı bağışlıyorlar dedelerinin ve ninelerin gözlerine. Bir hasretin esrikliğini yadsıyışı dolaşıyor yaşlı ellerin damarlarında, küçük çocukların başını okşarken dedeler. Tarihi yudumlayan çocukların sevinçlerinden geleceğe köprü kuran anneler Fatih’in bahçesinden bakıyorlar sevgiyle. Ölüm gözlü anılar beliriyor bahçesinden Fatih’in. Yaşam dolu yarınlar taşınıyor mezar taşlarından hala sönmeyen yüreklere.

Sonra Halıcılar Caddesi girişinde bastonlu Kurt Memet belirdi. Bir kilometreden olsa çıkarır insan onu. Beş adım ve bir mola. Yaklaştığında adımlarındaki güçlüğü daha rahat fark ediyor insan. İki ayağı da az buçuk felç. Çok zorlansa da ancak on santim açabiliyor bacaklarını. Üstelik de birkaç adımdan sonra yeniyor onu zorluk. Durup dinleniyor bastonu üzerinde. Bu O’ na akıp giden hayat içerisindeki kendisine daha farklı bakabilmesi için bir fırsat oluyor. Evrene ve hayata farklı bir bakışı simgeliyor Fatih Camisi. Anlık hayat içinde ansızlıklardan kıvranan beynimizin yorgunluğuna sükutu yardan biran bağışlıyor. Ama Kurt Memet yılmıyor. Nice bozkırları aşmışken İstanbul’un kendisinin farkında olmadığını düşünmeden adımlıyor camiyi. Ben şehirden haberdarsam,şehir de benden haberdar diyor ölüler. Ölüler bir bahçede yan yana gökyüzünü izlerken caminin kubbesi altında Kurt Memet gibi durup yeniden yorumlama fırsatı olmayanlar;yine büyük zaman ve mekanlar elde ediyorlar tarih ve zamana aşkın. Ve Fatih Camisi bir yaşamın içinden ayrı bir yaşam vaat ediyor; umudu hastalananlara, umudu kefenleyenlere ve umudunu yetiştirenlere…
Belki gözlerin çoğalacaktı büyük çınarın gövdesinden gökyüzünün sinesine uzanacak olan aşkların. İnsana eski içinde bir yeniyi taşıyan bu meydan ve çınarlar kendisini “Bu meydanlar neler gördü / nelere tanık bu çınarlar/O güzel yüzlü çocuklar/bu sevdayı hiç bırakmazlar.” ezgisinde tekrar yaşatıyor artan yüreğini .Bir an bu satırlardan Fevzi Paşa’ ya çıktığını düşün. Dalıyorsun yaşama .Veya yaşam senin uğraşların içerisinde boğuluyor. Hiç durmadan akan arabalar,yürüyen iki ayaklı seller,adım başında “ekmek derdi ” nden kaldırımlara dökülmüş işportacı sesleri, sonra kendi hayatında kendini yeniden yitiren bir sen vardır artık. Fatih Camisi’nin tarihle sohbet etmiş kare taşlarından oluşan duvarlarının dibinden bir ceset tekrar yürümeye başlamıştır bildiğimiz ama belki de bilemeyeceğimiz bir yere …Bir çok şey değişiyor artık. Her şeyin değiştiği gibi hiçbir şey de artık değişmiştir. Umulanlar,seçilenler,kaybedilenler,savaşılanlar en önemlisi de savaşlar değişmiştir artık. Çocukların da dillerinde zaten pek nicedir sevda şiirleri ve ezgilerini duyma sevincini yaşamadı yeni yaşlılarımız ve eski yaşanılanlarımız. Ama zaman doyumsuz bir at .Yemeden içmeden koşmayı seviyor hayatımızda. Dört nala bir hüznü,bir andırışı, bir haykırışı taşımanın sevinci bile olsa;birileri yaşamımızdan bazı anlar aşırıyor.Hiç tutmadığımız günlüğümüzün bazı sayfaları çalınıyor. Üzerinde Fatih Camisi ,Fevzi Paşa,çocuklar,yaşlılar ve beraberinde sevme nefret etme ölmelerimizi ,yani duygularımız yani bizden bir parça ve belki de biz.
Kendimizden eksildiğimiz oranda kendimize yeni olgu ve lahutiler biriktiriyoruz çıkınımızda. Her şey bizsiz olacak bir gün. Ayasofya, Topkapı, Beyoğlu, Fatih Camisi ve İstanbul bir gün bizi terk edecek .
Biz terk edemezsek de her geçen güne kendimizden birini ,Fatih’ten birini tozlu sayfalara gömdüğümüzü acıyla kabulleniyoruz. Buna engel olamazsak da Endülüs’ün ağaç dallarındaki yuvalardan kuş seslerini,Kudüs’ ten Süleyman’ın atlarının nal seslerini, Neml diyarından Belkıs’ ın çoğalan sesini ve kayaları oyup biçen Semud’un vadilerinde bizden bir yaşamı bize taşıyan Davud’un yankısını işitebilecek duyargan kalplere sahibiz hala. Her şey değişse de değişmeyecek bir şey var hala; Fatih camisinin avlusundan yine bir güneş damlayacak seherlerde, Ahmet Ağa arkadaşlarına hep yetişecek. Hatice teyze küçük Memet’ in yanında yazılan günlüklerde,hep gülümseyecek son çekilen fotoğraflarda. Hayatın acı inlemelerinden,kendisine bir yara seçip,yaşamdan kendisine seçtiği bir “ben”ini bastıracak yarasına hep Kurt Memet. Gecenin ayazından sehere yaşamın ayak seslerini taşıyacak hep,sessiz dalgaların duraksadığı zamanın dinginliğinde. Ve çınarların gölgesi insanları yudumlayacak yine,insanlar sevdayı yudumlarken çocuklardan…

You May Also Like

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir