Hayal Perdesi adına Betül Demirel Faysal Soysal’a soruyor.

Betül Demirel

-Kısa film çekmeye nasıl, ne amaçla başladınız? Şimdi ne noktada seyrediyorsunuz?

Faysal Soysal

Her yönetmen gibi ben de işe çok büyük umutlar ve ideallerle ama küçük adımlarla başladım. Uzun metraj film yapanların çok büyük iddia ve umutları yok mu diye sorarsan Kısafilmciler kadar yok, derim. Onların ayağı yere basıyor bastıkları yerde para olduğu için de malesef biraz fazla basmak durumundalar.

-Sizce kısa film nedir?

Kısafilm! Türkçe’de güzel bir karşılık bulmuşlar. Zamanla doğrusal bir anlamı var tabi Kısafilmin. Ama sadece bu kadar değil tabi. Doğru karşılaştırmalar değil ama kısafilm’i öykü’ye, Uzun metrajı roman’a benzetenler var. Benim içinse tek atımlık kurşunu kalmış kahramanın hedefi 12’den vurmak için, ya da hayatını kurtarmak için kullanacağı son şans. Yani bir kısafilmci iyi bir kısafilmci, filminin sinema-tv pazarında yapacağı satış, seyircilerin ve tribündekilerin sayısı ile ilgilenmez hatta bazen bunları hiçe sayarak başlar serüvenine. Serüven diyorum çünkü bu yolda ona kendi hayal dünyası ve rüyalarından başka hiç bir klavuz, akademik formasyon, yönetmenin el kitabı hizmet etmez. O kalbinin aklına ve zekasına çelme çaktığı bir anda soluk bulur ve yaşama atılır. Bu soluk ne kadar uzun soluklu ise ortaya çıkan film de o kadar gelenekleri ve tabuları sarsarak yeni bir biçim ortaya koyma iddiasına sahip olur.

-Son dönemde ilk filmini çeken yönetmenlerin çoğunun sıkı bir kısa film serüveni var.
Kısa film, uzun metraj için doğru bir başlangıç noktası sayılabilir mi?

Böyle sınıflandırmalara karşıyım. Gerek Godard, gerek Angelopolous, Wim Wenders, Antonioni ve adını sayamayacağım bir çok Usta, bir süre sonra piyasanın, endüstrinin, populer kültür ve sıradan seyircinin baskısından kurtulup sinemanın büyülü dünyasında yeniden soluk almak için yer yer kısafilm yaparlar.

-Uzun metraj film ile kısa metraj film arasındaki temel ayrımlar nelerdir?
En başta da söyledim…kısafilmde bir rüyanın izini daha bağımsız, düşük bütçelerle, dost ve arkadaşlar birlikte yürürsün. Uzun metrajda da bunu yapmak istersin. Ama o kadar da bağımsız değilsindir. Kalabalık bir ekip, yapımcı ve pazarın senden beklentisi bazı istenmeyen sonuçları zorlar, baskı yapar.

-Kısa filmin kendine has bir dili var? Bu dilin oluşmasında sürenin dışında temel şey ya da şeyler nedir?

Bir kere çok büyük bir iddia ile yoldasınızdır. Tabi bizim ülkemizde kısafilm adına çok fazla da parlak örnek olmadığı için benim bu söylediğimi çürütmeniz kolay. Digital kamera icat oldu mertlik bozuldu. Kimilerince daha demokratik olarak tanımlanan ortamı ben tüketim kirliliği olarak adlandırıyorum. Hatta işe yaramaz ne oldukları belli olmayan kısafilmlerle kısafilmin ruhu tüketiliyor. Nasıl ki halkın ve piyasının rağbeti ile kötü şiirler aldı başını gitti, önüne gelen şair oldu bir zamanlar…şimdi de herkes yönetmen…

Bunun sebebini biliyorum ama.

Neden?

Çünkü kısafilmin karşısında onu talep eden seyircinin bir sinema kültürü, felsefe birikimi, sanat dünyası yok. Haliyle ilgisini çekmiyor. Halkın ilgisini çekmeyen şey piyasanın ve kapitalizmin de ilgisini çekmez. Çok sürmez bu kıskaçta can verir. Ya da bir takım politik düşünce ve eylemlere angaje olur.

Çözüm?
Sinema sanatını, şiir sanatını, resim sanatını hasılı para ile karşılığını en az bulabildiğiniz sanatlara, -inanıyorsanız tabi- çok ciddi şekilde devlet desteğini sağlamak. İnanç için ilim ve akıl gerekir tabi…hepsi birbirini besleyen şeyler…Ha deyince olacak işler değil tabi bunlar…

-Kısa filmlerinizde özellikle 35 mm çektiğiniz Kayıp Zamanın Düşlerinde sinema ve şiiri meczeden bir yaklaşım söz konusu. Bu özellikle kısa filmin kendisine has niteliklerinin imkan tanıdığı bir durum mu?

Tabi ki kısafilm diğer sinema türlerine göre buna daha fazla imkan tanır. Ama imkan ve iyi niyet varsa uzun metraj filmler için de bunun olmaması için bir engel yok. O zaman da bu filmi kime göstereceğiz sorusu ortaya çıkar. Ciddi bi soru? Sinema halka inmeli mi sorusu ile bağdaşık…Halkın sinemaya çıkması kadar mahsum olmayan bir soru…

-Kısa filmler bütçesiz.. bu niteliği etkileyen bir şey mi yoksa yaratıcılığı tetikleyen bir unsur mu?

Kim demiş bütçesiz. İnsanların algılamadığı şu. Kısa filmde para ile ölçülemeyen değerler harcanıyor. Sevgi, özveri, ahlak, inanç, aşk. Cepte kalan harçlık. Sigara parası…arkadaşın fedakarlığı sonucu verdiği kamerası, komşunun yardım etmek isteyişiyle oyunculuk yapması, bakkalın, büfenin destek vermek isteyişiyle verdiği çay, tost…bunlar büyük bütçeler…benim nazarımda para ile satın alınamayacak hizmetle bunlar…bu anlamda kısafilmi halka inmiş sayıyorum.

(Ya da )-Kısa film amatör olarak icra edildiği sürece olduğu sürece özgür bir alan mı?
Profesyonel olduğu vakit de bence daha özgür…Sonuçta vizyona girmeyecek, çekimleri 1 ya da 2 ayı bulmayacak. 40 eleman çalışmayacak…düşünmek ve yapmak istediklerini yapmak için daha fazla imkan var…ama ortaya çıkan ürünün özelliklerine bakıldığında da buna para yatıracak ya da destek verecek kurumların sayısı bir elin parmakları sayısı kadar az…

-Türkiye’de iyi kısa filmler yapılıyor mu?
Bir zamanlar yapılıyordu mu diyeyim? Ne cevap versem. Ben iran’da master yaptım. Benim okulumdaki filmlerle karşılaştırdığımda burdaki filmler zayıf. Yine de bazı festivallerde iyi filmlere denk gelmedim dersem yalan olur.

-Türkiye’de yapılan filmlerin çoğu dijital oysa Avrupa’da ve diğer ülkelerde 16mm ve 35 mm kısa filmlerin çekildiğini bir şekilde destek bulduklarını biliyoruz Türkiye’de nitelikli kısa filmlerin üretilmiyor olmasının başlıca sebebi imkansızlıklar mıdır? Bunun altında yatan başka hangi sebepler var?

Tabi ki o ülkelerin imkanları daha iyi… Bu onların verdikleri ehemmiyet ve anlayışla doğrudan orantılı. İnsanlar ne zamanki 160 metrekare ev yerine 100 metrekare evde oturmayı, 3 öğün full yemek yerine 2 öğün sade yemeği yemeyi, az kıyafet giymeyi vs tercih eder ve bu fazlalıkları ile sanata, kültüre, düşünceye, hasılı insana vakit ayırırlarsa imkan tabi ki büyür ve gelişir.

-Siz kendi kısa filmlerinizi nasıl finanse ettiniz? Bütçelendirmeyi nasıl yapıyorsunuz? Yapım sürecini nasıl yürütüyorsunuz?

Öncelikle Malzemeyi okuldan sağladım. Ekip de arkadaşlardan oluşuyordu. Başta ciddi bütçe yok. Labaratuvar ve negatif asıl mesele. Bu ikisi için çözüm bulunursa. Set masrafları için bir destekçi bulmak biraz daha kolaylaşıyor. Olmadı borç ediniyorsunuz. Çok şükür bugüne kadar işlerim yolunda gitti bulduğum paranın arttığı dahi oldu. Ekibe dağıttım en sonunda. Ya da labaruvarla anlaştığımız gibi ekiple de ödül alma şartıyla anlaşıyor ve ödül aldığında ekibe paylaştırıyorum.

-Dünyadaki anlamıyla kısa filmin gerçek anlamıyla yapılıyor olması için sizce hangi şartların oluşması gerekiyor?

Öncelikle bir okulun olması gerekir. Ama bunun adı asla iletişim fakültesi olmamalı. Sanat iletişim imkanlarının işe yaramadığı yerde doğar. İnsanlar başka insana kendi sesleri ile ulaşmak için yeni yollar, biçimler, özler; yaratma, bulma, geliştirme mecburiyetinde ve çaresizliğinde kalırlar. Sanat o zaman gelişir. Tabi ki çok ciddi bir sermaye desteğine de ihtiyaç var. Bu da işin tarih boyunca çözülemeyen handikapı. Ama sıkıntısız, acısız, aşksız yerden sanat doğmaz zaten.

-Kısa film yaparak hayatını kazanmak mümkün mü? Profesyonel bir kısa filmci olabilir mi yoksa kısa film hep amatör bir alan olarak kalmaya mahkûm mu Türkiye’de? Kısaca kısa film Türkiye’de ne zaman bir sektör haline gelir?

İşte bu tamamiyle iktisat kurallarına bağlı. Talep olursa bu söyledikleriniz mümkün olur. Festivaller, yer yer bazı medya kuruluşları, bazı fakülteler bu alanı destekliyor gözüküyor. Ama esas itibariyle Türk Sinemasının gelişmesini isteyen bir Kültür bakanlığı varsa bu alanı özellikle desteklemeli. Bunun bir iş alanı gibi yayılması için sektörde çalışan kalifiye insanların sayısı artmalı. Bu da iş olanağın artmasıyle doğru orantılı. Malesef bizim ülkemizde bu boşluğu diziler dolduruyor. Bunun şartları sinema ile karşılaştırıldığında ortalık karışıyor.

-Kısa film festivalleri ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Her yerden bir festival yarışma haberi geliyor? Kısa filmciler ödüller alıp duruyor? Bu, bir başarı kıstası mıdır?

Başarı kıstası değil tabi. Ancak kısafilmlerin sonuçta bir şekilde seyircisine, taliplisine ulaşması gerekiyor. Yine de halen biletlerin satışla sunulduğu bir kısafilm festivalinin olmaması bu işe ne kadar ehemmiyet verdiğimizin göstergesi bence.

-Kısa filmcilere önerileriniz? Nerden nasıl başlamalılar?
En sondan başlayın. Ordan başa gelin ve yaptığınıza değip değmediğini bir kaç yıl sonrasında bakarak değerlendirin derim. Geçici meşhurluklar, çok sayıda film yapma seanslarından kurtulup hayatı bir film gibi okuyabilir anlamaya çalışabiliriz. Ne diyeyim başka. Herkes kendini iyi tanır, kendi yolunu kendi çizer. Bunun sorumluluğunu, bedelini de kendisi öder.

You May Also Like

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir