Karabatak Dergisi için Hilal Turan Faysal Soysal’a Sordu

1.Mostar’dan Hasankeyf’e uzanan bir yolculuk, bir arayış hikayesi 3 Yol. Nasıl ortaya çıktı 3 Yol’un öyküsü? Filmin öyküsü ve yapılış sürecinden biraz bahsedebilir misiniz?

2003 yılında şiirden, film eleştirmenliğinden sonra yönetmenliğe heveslenip gittikçe güçlenen İran sineması üzerine master yapmak temelde ise film çekmek için Tahran Sanat üniversitesine okumaya gittim. İlk şiir kitabımdaki ‘Düşlerde erken unutulan hayatlar’ adlı şiirimin başlığında bir kısa film senaryosu yazdım. Klasik edebiyatımızdaki ve ilmi öğretilerimizdeki Yusuf kıssasının modern bir yorumu olan hikayede Yusuf kuyusunu arıyordu. Kardeşleri ise bütün kuyuların üzerini taşlarla kapatmışlardı ki Yusuf’un alın yazısı kutsal metinlerdeki gibi gerçekleşmesin ve kendi yaşadıkları gibi bir hayatı yaşamak zorunda kalsın. Oysa Yusuf rüyasız yaşayamayacağını söyleyerek kardeşlerinden kaçıyordu. Modern insanın yabancılaşmasını simgeleyen bu hikayenin ikinci yarısında Yusuf yerine Bünyamin’i reel hayatta görüyorduk. Benzer sancıları çeken şair Bünyamin aslında rüyalarında Yusuf olup kendini ve hayatın anlamını bulmanın peşinden gidiyordu…Uzatmayayım. Üç yol…hikayesi işte o 2003’te İran’da daha farsça öğrenirken kaleme aldığım kısafilm senaryosunun 6 yıl içerisinde yaşadığım süreçte: İran’a gidip gelirken Malabadi Üç Yol’unda yaşadığım anılar, Batman Kadın intiharları, Hasankeyf’in sular altında kalması, belgesel çekimi için gittiğimiz Mostar ve bütün Bosna’da yaptığım geziler, dinlediğim hikayeler, tanıştığım yeni şairler, şiirler özelde ise gördüğüm rüyalar…yani kısaca beni ben eden ne varsa toplanıp 2009 yılında bu senaryoyu şekillendirdi. Tabi 2012 yılına kadar da senaryo danışmanlarım Hasanali Yıldırım ve Propaganda filminin senaristi Gülin Tokat’ın da katkılarıyla filmde izlediğiniz hale geldi. Yusuf kıssasının bu filmin bel kemiği olmasında iki özel unsur daha var tabi. Biri Kuran-ı Kerim’deki kıssaların en güzeli olarak tasvir edilmesi. Bu demektir çağlar boyu bunun üzerine tefekkür etmek gerekiyor. Bir diğeri de Tarkovsky’nin ölmeden önce yapmak istediği film projelerinden biri olması…

2. Siz şair bir yönetmensiniz. 3 Yol’da diyaloglarda şiire yoğun bir şekilde yer vermenin ötesinde, şiir adeta filmin biçemini, üslubunu belirliyor. Sizce şiirsel bir sinema mümkün mü? Filminizi “şiirsel sinema” olarak tanımlayabilir miyiz?

Böyle bir şeyi başarabildiysem ne mutlu bana. Teşekkür ederim. Dediğiniz gibi şiirsel sinema olacaksa eğer mutlaka içinde şiir okunulan bir sinema olması şart değildir. Tersine bazen içinde şiirlerin okunduğu filmler şiirsel sinema en uzak filmler de olabiliyor. Bir sanat diğer başka bir sanattan ilham alacaksa ya da esinlenecekse bu en fazla yapıda kendini gösterir. Yani biçemde. Şiirdeki biçem dıştan görülen değil deruni, sezgisel sözden ziyade musikiye yakın değerlerle kendini gösterir. Filmin de kendine ait bir dili vardır ve bu dili kelimeler gibi arka arkaya dizilen planlar (tasvirler) oluşturur. Yönetmen de şair gibi bunları içindeki ritme, renge, kokuya, dokuya,acıya,sevince, ahlaka, inanca, zevke göre dokumaya çalışır. Şiirdeki gibi bunun bir matematiği yoktur. Şairin, yönetmenin içindeki özel mantık çerçevesinde bir dil geliştirir kendini. Şiirin tarihi bütün sanatların tarihinden kadimdir. Sinema ise en genç sanat ya da sanat olmaya aday bir durumda. 1965’te Passolini sinema ancak şiirin izinde giderse sanat olma değerini elde edebilir dedi. Bunun üzerine uzunca bir makale yazdı. Zaman gösterdi ki şiirsel sinema olarak tanımlayabileceğimiz örnekler var oldu. Alain Raisnas, Jean Coctoue, Jean Vigo, Antonioni, Bergman, Bela Tarr, Angelopolous, Davşenko, Tarkovsky, Sakurov, Shahidsales, Bayzai şiirsel sinema diyebileceğimiz formda çok güçlü ve yetkin örnekler ortaya koydular. Bizde güçlü bir şiir geleneği olmasına rağmen bu cesareti biraz Ömer Kavur gösterebildi. Ben ise daha yolun başındayım. Daha sonra yapacağımız çalışmalar belki bu filmi de doğru tanımlamamıza vesile olacaktır.

3. Batman’lı Bünyamin ile Sırp asıllı Zrinka’nın yolları Mostar’da kesişmesiyle başlıyor 3 yolun öyküsü. Ancak ön planda akan öykü, rüyaların da etkisiyle Kutsal Kitap’taki Yusuf Kıssası’na bağlanıyor. Bünyamin’i rüyalarında Yusuf Peygambere öykündüren nedir?

Bünyamin ve Yusuf babalarının dizinde medrese eğitimi görmüş iki doğulu. Metafizik dersler özelde ise İrfan ve Mevlana öğretisi üzerine de eğitim almışlar. Yusuf, Bünyamin’den fazla olarak rüya ilmine de vakıf. Başka yönleriyle de babasının ilgi ve sevgisini üzerinde toplamış. Bünyamin bu başarı ve sevginin altında sürekli ezik kalmış ve Yusuf’u kıskanmış. Yusuf’un sevdiği küçük kızın ölümüne yanlışlıkla sebep olması ve Yusuf’un da onu affetmesi ve hiç bir şey söylememesi ise ona en büyük ceza olmuş. Filmin sonlarında doğru bu durumlar daha da netleşiyor. Haliyle gerçek hayatta babasının gözdesi olamayan Bünyamin rüyalarda sürekli kendini Yusuf olarak görüp hem ölümüne sebep olduğu Zeliha’yı geri getirmek istiyor Yusuf’a hem de Kemal’e, ruhunda bir şairinkine benzer kavgaların ve ideallerin yer bulmadığı sükûnet ve huzurun yer aldığı hakikate ulaşmak için Yusuf olmak istiyor. Kutsal kitaplardaki ve Thomas Mann’ın romanındaki Yusuf da böyledir. Yani yazgıyı varoluşçular gibi kendi iradeleriyle değiştirmek isteyen anlayışın yerine yazgıyı Tanrı’nın eline bırakarak onun gösterdiği rüyanın izinde yürüyüp iyilik ve güzellikler yaparak hayatı anlamlandırmaya çalışan bir Yusuf. Kuran-ı Kerim’deki Yusuf da neredeyse böyledir.

4. “Hepimiz kuyudayız” diyor filmin baş karakteri Bünyamin. On binlerce insanın ölümüne neden olan Bosna Savaşı başta olmak üzere katliamlarla, iç savaşlarla, kayıplarla dolu 20. yüzyılın en çok hissettirdiği duygu buydu belki de. Siz kuyuda olmayı nasıl tanımlıyorsunuz? Bünyamin’i kuyudan dışarıya çıkaracak olan nedir?

Güzel bir soru. Teşekkür ederim. Bütün şairler, sanatçılar, filozoflar aslında Yusuf peygamber gibi bir kuyudadırlar. Kuyu Yeryüzünün aşağısında bir yerdir. Yani lükse, şatafata, şan ve şerefe göre daha mübtezel bir yerdir kuyu. Tabi bu Yusuf’u kuyuya atan kardeşlerinin baktığı gibi zahiri bir bakıştır. Batın’da Yusuf Allah’a yani yüce makama daha yakındır. Günahla ve zulümle ruhu ve kalbi kirlenmiş ruhlar çok büyük değişimler, belalar, musibetler olmadan arınamazlar. Kuyu bu düşüşün yani arınmanın ilk merhalesidir. Bosna katliamında kuyu şeklinde bir toplu mezar bulunmuştu. Bundan çok etkilenmiştim. Yani yaşlı- çocuk, kadın erkek demeden katledilen Boşnaklar bir kuyuya topluca gömülmüşlerdi. Bünyamin rüyalarda Yusuf olarak kendi kuyusunu ararken gerçek hayatta da Hatice Teyzenin çocuğunun da bulunduğu bu kuyu şeklindeki toplu mezarı da buluyor. Yusuf’u kuyudan işte bu arınma için gösterdiği samimiyet yani temiz insan olabilmek için çektiği vicdan azapları kurtarabilecek. Özelde ise rüyaları ve Rüyalarında onu hakikate kavuşturacak aşk. Aşk olmadan hiç bir rüyanın anlamı olmaz. Aşk Rüya ve Hakikati birbirine bağlayan Üçüncü Yol…Bünyamin’i Yusuf’a kavuşturan Züleyha yani…

5. 3 yol, Bosna’da yaşanan saldırıların acısı ve geçmişten günümüze uzanan bir suçun vicdan azabıyla yaralı iki kişi arasında naif bir aşkı anlatıyor. Ancak bu Bünyamin’in ifadesiyle “Doğulu bir aşk”. Aşk Doğu’da nasıl bir anlam kazanıyor?

Bünyamin’in ve büyük şair üstadlarının deyimiyle kaybederek anlam kazanır aşk ve bütün hakikatler. Zira hayatın sonunda ölümün olması buna işaret. Hatta hayatın başında bir yerden kopuşun olması. Hep orayı o koptuğumuz uzağına düştüğümüz yerin ve anın özlemindeyiz. Neresiyse hangi zamansa insanın çocukluğunu hep özlemesi de buna bir işaret değil mi? Zira büyüdükçe, kendimizi arttırdıkça aslında aşk yerine bencilliğimizi ve egomuzu meşrulaştırırız. Ancak bir kuyuya düşerek. Sevgiliden uzak bir mekana kayarak. İlk kopuş anını yeniden ama bu sefer meta olan bir bağımlılıktan koparak ‘şiirdeki kelimelerin üzerindeki yüklerin ve anlamların atılması ve kelimenin saf haline dönmesi hadisesine benzer olarak’ insan da üzerindeki yükleri, fazlalıkları kaybedip ilk yaratıldığı saf haline yaklaşmak ister ve bunun için acı çeker feryat ederse bunun adı aşk olur. İşte bu yüzden Bünyamin bütün yüklerden kurtulmak zorunda. Filmde söylediği gibi ‘ İnsanlığı ilk ana götürecek rüyayı görmeye geldim.’ vazifesini yapmak durumunda. Yusuf olup kuyulara düşmek hatta Züleyha’yı kaybetmek zorunda. Ancak bu şekilde gerçek aşık olur. Bünyamin filmde erken ölüyor. Yusuf ve Züleyha belki görünürde kavuşuyor ama gerçek aşık benim hikayemde Bünyamin. Zaten ağaç altında aşk hakkında söyledikleri de bu duruma işaret.

6. Filmde sürekli tekrar eden bazı imgeler (leitmotif) var: Kuyu, elma, ayna… Bunlar da kutsal kitaplardaki öykülerle ilişkilendirebilir miyiz?

Tabi ki. En azından şunu söyleyeyim sadece nesneler değil kullanılan müzik, özellikle ses tasarımındaki tekrar eden kurt sesi, rüzgar, kuş, tren sireni, suya düşüş vb, renkler bütün bunların birer anlamı var. Bir bütün olarak baktığımızda ve adım adım çözdüğümüzde bu nesneler, sesler, konuşmalardaki bazı cümleler daha derin bir anlam kazanıyor.

7. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde kardeş olarak nitelenen Mostar köprüsünden başlayan hikaye Malabadi köprüsünde sona eriyor. Köprü sizin için ne ifade ediyor?

Köprüyü eskiler sadece insanların bir yakadan bir yaka geçmesi için yapmazlardı. Bunun mimari ve estetik bir değeri bir de farklı iki unsuru birleştirme özelliği olmalıydı. Yani üçüncü bir yol özelliği. Birleştiren, ikiliği kaldıran ve tevhidi var eden bir özellik. Bir diğer özelliği de suya hürmeten onun geçtiği mekanları daha doğrusu doğrudan suyun kendisini kutsallaştırmak. Filmde sadece köprülerin benzerliği yok. Savaşta yok edilip şu an yeniden diriltilen Poçitel ile Hasankeyf, Tarihe Boşnak kimlik inşası olması bakımında sahip çıkılan mezarlıklar ile Hasankeyf kalesindeki mezarlıklar, Dicle ve Neredva. Sevdalinka müziği ile Kürtçe ağıt formu olan Dengbejlerin klamları, dini duyarlılıklar, Yusuf kıssasındaki gibi nefret ve ceza yerine affetmeyi önceleyen duyarlılıklar…

8.Filmde şiirin yanı sıra geleneksel sanatlarımız da yer alıyor. Son dönem Türk sinemasında geleneksel sanatlara yoğu bir ilgi var. Sizce geleneksel sanatla özgün bir Türk sinema dili açısından şiire benzer bir imkan taşıyor mu?

Aslında ben orda Hat sanatını turistik bir değer ya da geleneksel bir sanat olsun diye seçmedim. Hem zaten geleneksel sanat diye bir şeye inanmıyorum. Şiir de geleneksel bir sanat değil mi? Sanat yaşadığı çağın problemleriyle kavga verir. Bu yüzden her zaman gelenekle bağı olmak durumundadır ama her zaman da moderndir. Yusuf’un Hattat Bünyamin’in şair olması hikayedeki temel iki karakter ayrımına yine işaret ediyor. Çinlilerde de en büyük sanat kaligrafidir. Yani günlük dildeki bütün anlam öğelerin öldürülerek sadece harflerle yepyeni bir anlamın var edildiği kaligrafi insanı da yeniden inşa eder. Oysa ki şiir hat ile mukayese edildiğinde çok fazla anlam, çok fazla mesaj Yusuf’u ve Bünyamin’i düşündüğümüzde çok fazla benlik ve bireysellik kokmaktadır. Hatta böyle bir durum söz konusu değildir. O anlamdan, şiirden çok resme yakındır. Nasıl bir resme ama ritmi kendinde olan bir resme…

9. Son olarak film önümüzdeki dönemde hangi ülke ve etkinliklerde izleyiciyle buluşacak?

Biliyorsunuz bu tarz filmlerin dağıtımında maalesef çok ciddi problemleri var Türkiye’nin. Bir değer olarak maalesef görülmüyor sanat ve felsefik filmler. Kültür Bakanlığının da bunların yayılması ve milletimizi sunumu konusunda bir politikası henüz yok maalesef. Bu yüzden kendi imkanlarımızla büyükşehirlerden sonra bu filmi küçükşehirlerde de sinemalarda göstermek istiyoruz. Tabi eğer gişe filmlerinden arta kalan salon bulabilirsek. Önümüzdeki günlerde Frankfurt film festivalinde gösterilecek. Ardından Londra Türk Filmleri festivali ve Tahran Fecr Film festivalinde göstermeyi hedefliyoruz…

Kasım 2013

You May Also Like

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir