‘Mimli Direniş Köprüsü’
1950’deki İkinci Yeni şiir hareketi, sadece Osmanlı’nın çöküşünden sonra zayıflayan edebiyat ve kültür hayatının yeniden dirilmesine imkan tanımadı, belki daha da önemlisi ilk defa sağcı, solcu, farklı etnik köken ve görüşten birçok şairin memleket ve vatan olarak Türkiye’nin varlığını merkeze alarak şiirler söyledikleri sanat ya da düşün hayatındaki en büyük akım oldu. 27 Mayıs 1960 darbesine kadar da Türkiye’nin varlığı ve geleceği hakkında hem aydınlar olarak hem toplum olarak bu şairler vesilesiyle ümitvar idik. 1960 darbesi bu beklentilerin ve çabaların bir hayale, hatta bir imkansıza dönüşmesine sebep oldu; zira 1960’dan sonra bir daha bir şiir akımı etrafında ne sanatçılar ne aydınlar bir araya gelebildi. Neden özellikle şiir diyorum çünkü şiir kadar milli ve sahici kalan bize ait hiç bir değer kalmamıştı. Şiir dilimize rağmen bile kimliğimizi ve medeniyetimizi korumak için şairlerin cephesinde savaş veriyordu. 1960’dan sonra, bir daha Memleket meselesi etrafında varlık ve şuur sancısı çeken başka bir hareket olmadı. Herkes liberal bir menfaat çerçevesinde kendi menfaatinin cephesini kurup ötekinin yok edilmesi için siyasi, politik hatta sanat lobileri oluşturup kutupsal kavgalar vermeye başladı. Meselesi Türkiye ve vatan olan şairler yine yok değilse de, bunlar 1950-1960’daki en büyük ortak ruh-vatan-millet- Türkiye sevdası atılımını gerçekleştiren İkinci Yeni şiir akımı gibi kolektif bir bilinç yaratacak çapta olamadılar. Kapitalizm ve Abd bütün dünyadaki düzeni burada da kurup kişisel pragmatizm ve endişeyi doruk noktaya çıkarıp en tercih edilen din haline getirdi.
Sanat eserlerinin toplumsal yansımaları ideolojik ve politik manifestolar gibi aniden ve kısa sürede kendini göstermeyebilir. Ruha, dumura uğramamış bilince, teslim alınmamış zihinlere öyle nakşeder ki kendini, gün gelir hiç bir eğitimin, siyasetin, ekonomik ve askeri yatırımın yaratamayacağı bir güce ve silaha dönüşür. İşte Osmanlı’dan başlayıp Cumhuriyet’le ve sonrasında 1960 darbesi öncesi İkinci Yeni şiir hareketiyle damla damla berkitilen şairlerimizin şiir şuuru, zihinlerdeki ve kalplerdeki bireysel menfaat taşlarını delerek ortak bir millet, vatan ve Türkiye ruhuna yeniden dönüşerek 15 Temmuz gecesi kendini gösterdi. Hiç kimsenin beklemediği bir anda ve hesapsız bir şekilde fakirinden zenginine, cahilinden çok okumuşuna, köylüsünden sosyetesine Türk Milletinin kaybedilmiş ruhu olup, topun, tüfeğin ve ölümün karşına dikildi. Unutulmamalıdır ki hem şehid olan hem gazi olan hem de elinden bir şey gelmese de “orada” olan ruh, hiçbir hesaba ve paraya dönüştürülemeyecek olan şiirden taşan ruhtur. Türk milletini ne ile tanırız dediğimizde aslında çok fazla tartışmaya mahal bırakmadan ‘şiiriyle’ diye tanımladığımızda en doğru ve hakiki cevabı vermiş oluruz. Bu cevabı verebildiğimizde ise hesaba gelmeyen, üstünde oyun oynanamayacak olan, satıl alınamacayak olan bir şuur ortaya çıkar. Zira şiirin dışında para etmeyen hiç bir şey yoktur. Batılıların ve Amerikalıların da o gece hala tanımlayamadıkları ve kabullenemedikleri, işte iman ile birlikte şiirin şuura dönüştürdüğü bu azim ve ölüme meydan okuyan milli mücadele ruhudur.
Bu minvalde 15 Temmuz direnişinde başta Halil Kantarcı olmak üzere köprüde sabaha kadar direnen Türkçemizdeki hayatları şair olan kardeşlerimizin şahitliklerini anmanın önemli olduğuna inanıyoruz. Bu vesile ile Türkçe’nin şairleriyle bir söyleşi denemesinin ilki olarak ‘Mimli Direniş Köprüsü’ adlı Söyleşimi ve çizimlerini Şafak Tavkul’un, seslendirmesini Uğur N.Kayabaşı’nın ve Montajını Ömer Miraç Tunç’un yaptığı Modern Türk Şiirin Şairleri ile Söyleşi klibini başta o gece şehadet mertebesine eren şehitlerimize ve şiirleri her daim Türkçemizde hakkın ve hakikatın şahitliğini yapan şairlerimize adıyoruz. Arzumuz odur ki adını anamadığımız ama bilinçli bilinçsiz ortak şiir-şuur-memleket kavgamızda ve zevkimizde payı bulunan diğer şairlerimizi ve mısralarını da başka arkadaşlar yeni Söyleşilerde anarak yeni nesle nereden gelip nereye gittiğimiz hatırlatılmış olsun…
Modern Türk Şairleri ile 15 Temmuz Direnişi üzerine Söyleşi Denemesi
Mimli Direniş Köprüsü
18.7.2016
Halil Kantarcı’nın ve 15 Temmuz şehitlerinin anısına
O gece, uzun ince bir yolda buluştuk seninle
Çıkıp şöyle bir seyreyleyelim istemiştik güzelim İstanbul’u
Ama baktık İstanbul kaçmış sığınmış sivil bir şiirin gölgesine
Barut kokusu yükseliyordu, yaklaştıkça Beylerbeyi’ne
Ece’ye rastladık ve sonra kurşun seslerine
Nedir bu durum demeden Ece açtı şemsiyesini üstümüze
Tanıdık mermiler gelip geçiyor.
Herkes şaşkın, herkes tedirgin
Kimse bilmiyor Anadolu ne alemde.
Sen, Fethi abiyi gösteriyorsun.
Her cepheden genci toplamış etrafına
‘Tarihe, coğrafyaya, zamana, ağaca ve kendine dost olan
bütün yiğitler çıksın bu meydana’
Deyip kükredi topla, tankla tüfekle saldıran darbecilerin üstüne
Karakoç yetişip geldi metrobüsle,
Cemal tüfeğini çapraz asıp bir türküye
Katırıyla yetişti köprünün kilit yerine
Turgut, uyandırıp o en güzel ölmüş atını
‘Herkesin unuttuğunu hatırlattı bize’
Ey artık ölmüş olan at
Senin dört kıtada mazlumu kollayan nefesin
Ne güzeldi…
Zarifoğlu geldi hızla akan bir ırmak gibi
Hırkasından döküldü korkuya, ecele
Daha dünden başkaldırmış işaret çocukları
Cansever motoruyla, Eloğlu bisikletiyle yetişiyor.
Ve sonunda Pakdil de bozuyor sükutun suretini:
Bugün dayanma günü değil kardeşler!
bugün davranma günü…
Sonra 1. Yeni sonra 2. Yeni katıldı halkın arasına
Bir haber çıkmadı ne Fecri Ati’den ne Serveti Fünun’dan.
3 adım ileri 2 adım geri geldiklerini haber verdi Merter’den biri
Akif satıp Tevfik’i Beyoğlu’nda bir baloya
Yetiştirdi nihayet İstiklal Marşı’nı imdada
Haydin kardeşler deyip dayandık birbirimize
Topun, tüfeğin vardır elbet deleceği bir gömlek
Ama bugün ondan yok bizde.
Kelimeler namuslarıyla çelikten Türkçeyi dökmüşler üstümüze.
Dilimizde yok anlamı bugün
Ne askerin, ne postalın, ne G3 hecesinin
Üzerimize silahlarla geliyorlar bu yüzden
Çocuklar ağlıyor,
Bütün bir sivil şiire sıkıyorlar çünkü
Etrafa dağılıyor şair cesetleri
Bilmediğimiz ne kadar şiir varmış Türkçemizde diyoruz.
Alıp sarmalıyoruz başı gövdesinden ayrılan şairleri
Bir şiir gövdesini kaldırıp yerden, başka şiire ekliyoruz.
Birinin kelimesi Türkçe, birinin Arapça olup kapatıyor ötekinin yarasını
Birinin Kürtçe, birinin Farsça, birinin Lazca olup kanıyor.
Hangi yürek dayanır buna
‘Ey bilene bilene tükenen bıçak!..
Bir şeyler yap,
Eskimeden gökyüzünün kutlu maviliği..!
Diye Duaya çağırıyor bıçakları Turgut
Her ağızda amin nidaları
Dayanamayıp kara bulutlar
Düşüyorlar üstüne darbecilerin
Yine de sıkıyorlar ama dışardan aldıkları emirle
Bir sefer topla bir sefer Tüfekle
Vuruluyor orta sınıftan ayrılmış bir kaç parasız yatılı…
‘Yenileceksiniz, teslim olun’ diye bağırıyor bir komutan,
Silahsız bir bütün millete
Yarasına rağmen fırladı Karakoç
‘Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır’
deyip kavradı Hızır’ın Asasını
Yürüdü Akif de ardından
‘Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın…’
diyerek geçtiler yerde yatan şehitlerin yanından.
Onlar önde biz arkada ilerliyoruz.
Birden bir kurşun dalıp aramıza
Kime gideceğini ezelden biliyormuş gibi
Gelip oturdu senin şakağına
Zaman duruyor, herkes donuyor.
İsmet’in kucağına düşüyorsun.
Ben şok olmuş, dilimi yutmuşum.
İsmet metin, saklamış kucağında sımsıkı seni
O ‘sadece üzgün ve dindar’ olmayan kucağından
Mısralar dökülüyor dilimize
Ece moral veriyor İsmet’e
‘Ben ki son üç gecedir intihar etmedim
Hiç bilemem bu intihar karası fayton’ kurtarır mı sizi acile.
İsmet kalkıp son defa bakıyor yerde yatan Türk şiirine
‘Yıkılma sakın!
‘Yaşamak bizimçün dokunaklı bir şarkı değil ki’
deyip biniyor çocuk kemiklerinden yaptığı yelkenliye
İniyor katil kulelerden boğazın sularına.
O uzaklaşırken her şeyi görüyoruz,
Senin alnın kanıyor sürekli ve genişliyor birden.
Styx’in suları dahi dindiremiyor alnının büyümesini
Kızıllaşan alnın gittikçe büyüyor ve yükseliyor.
Bir bayrak oluyor ve sonra
Büyük bir bayrak, büyüyen perçemin
Sen, ben ve herkes gittikçe küçülüyoruz onun altında
Köprüdeki yaylım ateşi hızını kesmeden devam ediyor
Kızıp ‘Bunlar engerekler ve çıyanlardır’
diye haykırıyor Arif,
‘Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim’
şarkısını söyleyerek destekliyor onu Nazım
Bunların hiçbiri sökmüyordu ama
Komutan sivile, komutan şiire, komutan yabancı bu dile
‘Edebiyatın yeri yok burada diyerek’
Nazım’ın şarkı notasını taklit edip ateş açtı birkaç el.
‘İngilizceye teslim olun felaha erin’ diyordu.
James Joyce duysa gülerdi ya
bu nereye ait olduğu belli olmayan telaffuza.
Neyse ki yetişti imdada minarelerden yükselen ses
Gösterdi felah nedir, cephe nedir?
Şehadet etti ezanlar, Hüseyin kim Yezid kim
‘Gözü olana gün ışımıştır’ dedi Fethi abi
İçinde şüphe taşıyanlar
Tutup attılar onu gafillerin üzerine.
Benimse aklım sende ve İsmet’teydi
Karanlık parça parça erimeye başladı yorgun bedenlerimiz üzerine.
Birazdan güneş de yükselip bizi tam nişan kılacaktı askerlere
Eloğlu, sigarası elinde yere uzanmış
‘Kulağım yoruldu feryat duymaktan
Acısı bitmiyor halkımın benim’ diyerek iç geçirdi.
Bizi de vuracaklar diye inledi Cahit Sıtkı
Her şey bitti…
Necip Fazıl dokunup omzuna henüz bitmedi dedi
Ve güneşin doğduğu yeri işaret etti çocuklara.
Herkes baktı aynı yöne: Oradaydın
O büyüyen kızıl alnın kaplamıştı tüm semayı
Bir biz görebiliyorduk seni, bir bütün aşıklar
Darbecilerin gözü kör
Turgut’un kara atını bile dalgalandıran kızıl gölgen
‘Uyandırdı bütün karaları ve denizleri’
Çılgın kişnemesini duyduk o ölmüş atın
‘Sonsuzun yanı başından’
Şimdi ‘Bir ülkeyi yeniden yaratırdı şaşkınlığımız
Senin karşında’
Doğrulup böylece tek ağız yürüdük zalimin, hainin
Yürüdük tankın, namlunun üstüne
Herkesin dilinde senin için yükselen ortak mısra
‘Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak’
Namlular eridi ve teslim oldu askerler
Biz kendimize yazık ettik dedi erler,
Başkaldırıp komutanlarına saf tuttular Türkçe ile
Yükselttiler afakı saran alnını sönmeyecek bir Hilale
Geride kalıp düşmüşüm ben de.
Vurulmuşum.
Gözlerim kapanıp açılıyor
Duyuyorum bizimkilerin minarelerden yayılan selalarını
Göğe bakıyorum sevinçle,
her yerde sen varsın.
Serin bir gölge gibi dalgalanıyorsun üzerimizde
Bütün bir Türkçe Şiirin üstünde.
Hani artık senin yerin yok bu dünya düzeninde diyordu ya düzyazı
Şimdi şiire bakanlar senin Mimli Direniş Köprüsü’nde
Hatta belki de vatanın bütün destanlarında
Şereflice dalgalandığını sonsuza kadar duyacaklar.
Kardeşin Halil şehadet etti buna Çengelköy’de.