ŞİİRİN DÜŞMANIDIR DÜZEN

‘Şiir ne işe yarar?’ sorusu ‘Şiir nedir?’ sorusu kadar hakkıyla cevaplandırılmaya çalışıldığı vakit bir tatminsizlikle karşı karşıya kalacağımız büyük bir olasılıktır. Yine de bir grup vardır ki asıl bu sorulara buldukları cevaplarla şiiri anlar ve şiirden fayda sağlamaya çalışır. Bu grup bu konudan çok da agah olmayıp onu bir zevk, süs, palyoçoluk, amme değimle artistlik, sakinleşme, yatışma vs araçları olarak görenleri kapsar. Nasıl ki ‘Şiir nedir?’ sorusunun, tabi varsa bir cevabına, en azından cevap olabilecek yerin yakınlarına ulaşmak için ‘şiir ne değildir?’ sorusu bizi biraz yaklaştırabiliyorsa ‘şiir ne işe yarar?’ sorusu için de aradığımız mekan olsa olsa biraz ‘Şiir ne işe yaramaz?’ sorusunun karşılığında duran yerlere yakın bir yerdedir. Nitekim Passolini de ‘Şiir sineması’ için en kabul edilebilir yolun ‘dolaylı bağımsız anlatım’ olduğunu söylerken şiirin düzyazıya karşı akıl, mantık, ispat gibi kuralları hiçe sayarak her insan için değişebilen başka bir yolla, bu kuralların da ötesinde, yeni bir mantık ve akılla dile gelen anlatımın ‘Şiir sineması’nı mümkün kılabileceğine işaret ediyordu . Bu yol tabi ki Tarkovski’nin ve diğer şair yönetmenlerin klasik drama ilkelerini hiçe sayarak, hayalin, hatıraların, rüyaların ve zamanın kendini değişik şekillerde hissettirerek yarattığı farklı ritimlerin toplamıyla ortaya çıkan bir yoldu. Bu yönetmenler için sinemadaki drama, hikaye ilkeleri ne ise şair için de ‘dize’nin karşısındaki ‘düzyazı’ o idi.

Gelelim şiirin ne işe yaradığı meselesine. Valery için; her hangi belirli bir amaç ve yarar gözeterek yola çıkmadığı halde vardığı yer itibari ile bütün amaçlardan ve yararlardan daha iyi bir sonuç elde edilen yegane yer şiirdir. İranlı büyük şair Ahmet Şamlu, şiirin doğrudan bir görevi olmadığını ama bu cümlenin asla hiç bir görevi yok anlamında algılanmaması gerektiğini ve illa ki olacaksa bu vazifesinin özetle ‘dünyayı değiştirmek’ olacağının üzerinde tekid eder. İsmet Özel buna karşılık şiirin görevinin felsefe ve bilimdeki gibi kaostan kosmoz yaratmak olmadığını ama kozmozun kaostan türediğini vurgulamak olduğunu savunur. Ona göre şiirin görevi doğruyu yanlıştan ayırmak değil ama doğruyu yanlıştan ayırma yetimizi diğer yetimizlerden ayırmaktır.

Şiir dini bir metin, ya da ideolojik bir metin gibi bize bir şeyi ilka etmez. Daha cesurca söylemek gerekirse şiir insanı doğru yola çıkarma yeteneğine sahip değildir. Öyle olsaydı Gazel söyleyen Şah İsmail onca insanı şiileştirmek için katliam yapmazdı. Şiir yazıp aynı zamanda ressam da olan Nasıreddin Şah bir sikke altını çalan hırsızın derisini canlı canlı yüzdürmezdi. Büyük şair Ezra Pound, Mussolini’nin faşist düzenini destekleyen radyo programları yapmazdı. Modern şiirin kurucusu kabul edilen Rimbaud altın kaçakçılığı yapmaz vs… Tabii ki burada hemen Kafka’nın şiir ve musıki için söylediğini hatırlamakta yarar var. O musıkiden gelen lezzetin insan için tehlikeli olduğunu söylüyordu. Şiirin ise bu tehlikeyi bertaraf ederek insanoğlunu kendine ve eşyaya ait bir bilince kavuşturduğunu savunan Kafka bu yüzden şiiri sanatların en büyüğü olarak kabul ediyordu. İnsanı doğru yola götürecek şey hayat karşısında tanımlayamadığı durumlar karşısında doğru adımlar atmasını sağlayacak önergelerdir. İnsanın kendisi bir yaratılmış olarak başkası için böyle bir önergeyi mutlak doğru olarak ortaya koyabilme salahiyetinde değildir. Bu ihtiyacımızı ancak ve ancak insanı yaratan İlah’ın söyledikleri yani vahiy ile karşılayabiliriz. Bu yüzden insan, hayat karşısında aklı ve bilgisi ile algılayamadığı olay ve durumların tehlikesini kendisinden bertaraf etmek için neden ve niçin sorularını sorar. Şiir mi cevap verir buna? Hayır, çünkü çözümleme yapmaz şiir. İnsanın niçin sorusunu Felsefe ve diğer beşeri bilimler belki cevaplayabilir. Peki ne yapar bu şiir? ne işimizi görür de, nerede bir dil imkanı ve bu dil imkanının bazı şeyleri tanımlama yetersizliği, bazı soruları cevaplama yeteneksizliği, o dile yapışık insanın ondan ve herşeyden kopma aruzusunu kamçılayan bir yoksunluğu bir araya gelmeye görsün şiir dediğimiz yaratı birden bütün aforizmaları, hatta dini, ahlaki, felsefi kabullere meydan okuyarak ortaya çıkar. Böyle dediysem devlet gibi geldiğini sanmayın. İnsanoğlunun en acı tecrübeleri ve dil geleneği ile çarpışarak gelir. Şiir bize bir şey gösterir. Hem yazan şaire hem her kim ki onu okuyabildiyse ona bir kendilik bilgisi verir. Onun şiirliği de zaten onu her okuyabilene sahici, para ve meta ile satılamaz bir değerinin olduğunu hatırlatması ile kanıtlanır. Şairin kelimeyi dilden koparıp ona ruhundan üflemsi gibi şiir de bizi düzenden koparır, sağır olmadıysa henüz kulağımız ruhumuza kadar üfler. Bizi katılaşmış, yaşlanmış, ölüm ve zamanın her tarafımızda putlaştırdığı kutsallığı yıkarak, yeniden yaratır. Garip, daha önce görmediğimiz bir mekan ve uzamda buluruz kendimizi, tanımlamaya çalışsak o büyü, ses, ritm, ruhun doygunluğunu, aklın teslimiyetini elden kaçıracağızdır. Kısacası şiir insanın kendi kendisini görmesini engelleyen gerçekleri devlete ve düzene- kozmoza rağmen yok ederek insanın kendini diğer herkesten ve herşeyden ayırarak korku ve tehlikeyi de göğüsleyerek ön safa atar.

Bütün düzenler, sistemler hakimiyetlerinin bekası için yapılması gerekenleri mübah görmüştür. Bu düzenler içinde yukarıda söylediğim gibi içlerinde şairleri çok olan, şiirleri dünyada çok ünlü olmuş olanlar da var, ama bu şiirden bir şeyi eksik etmediği gibi o devletin yaptıklarını da meşrulaştırmaz. Bu yüzden de hiç bir şiir düzenin karşıtı olamaz değil, karşıtı olmaz. Peki düzen ve devlet neden şiirin düşmanıdır? Çünkü güç ve otorite karşısında bulduğu bir şeyin hedefini onun zayıf noktası olarak görür. Oradan başlayarak onu yok etme yoluna koyulur. Oysa yukarıda dediğimiz gibi daha baştan şiir belirli bir hedefinin, amacının, işlevinin olmadığını haykırarak orta çıkıyor. O halde şiirin nesini kontrol edecek devlet, ideoloji, düzen vs. Sahibine ulaşmasını mı? Bir kere dil insanın kendine, tarihine yapışık bir nesne olduğu için şiir insanın kendinde başlayıp kendinde biter araya bir şey koyamazsınız. Dil bilim bile bunda yetersiz kalıyor. Çünkü şiirdeki nesne gösteren ya gösterilen değil nesnenin ta kendisidir. Orda her şeyi ile var olur. Kokusu, rengi, tarihi, tadı, kavgası, acısı vs ile var olur. O yüzden Aristo’nun da deyimiyle ‘Şiir tarihten daha gerçektir.’ Şiir insana kendisinin satın alınamayan, ölçülemeyen, kontrol edilemeyen, kandırılamayan hakiki yüzünü gösterir. Düzen bunun düşmanıysa da şiir insana cesaretinin, erdeminin, şerefinin, umudunun olduğunu hatırlatır.

Bir çok tarihi olaya tanık olmuş bu toprakların insanı şiir sayesinde yaşamlarının nasıllığına anlam veremedikleri yerleri şiirle aşarak erdem ve haysiyetlerini düzene rağmen korumuşlardır. Bu yüzden batılılar çok uzun süre bu memleketin insanlarının kandırılamayacağına, alt edilemeyeceğine inandılar. Sadece dinlerinden dolayı değildi bu. Böyle olsaydı Arapları bu kadar gafil avlamazlardı. Peki nerden gelmektedir bu milletin satın alınamayacak, köleleştirilemeyecek, yeri geldiğinde kendini feda etmede kontrol edilemeyecek tutkulu kendilik bilgisi? Namık Kemal’in Vatan yahut Silistre piyesinde yüz başı Ali Bey malikanesinde, vatanın verdiği silahla kendi ailesine saldıran kaymakamı vurmak zorunda kalır. Herkes namusunu koruduğu için alkışlar onu. Ancak divanı harp onu suçlu bularak idamına emir verir. Gelin görün ki kurşuna dizecek bölüğün başındaki komutan Ahmet Bey ne yapsa iyi? Şiirin kendisine kattığı değerle, onu öldürme emri vereceğime kendimi öldürme emri veririm, der ve 5 yıllığına Hicaz’a sürülür. Askeri hayatının geri kalanını da ‘Asi’ olarak anılıp sadece er olarak devam ettirir. Aynı karakterin benzerini Necip Fazıl’ın Künye piyesindeki Gazanfer’de görürüz. Gelelim günümüze. Yıllardır çok değişik planlara ve komplolara kurban olan Güneydoğuda asker olsun, Türk ya da kürt vatandaşı olsun düzen ve ideolojileri ne olursa olsun insanı gök katından yerin aşağısına çeken her ne olay olduysa korku, tehlike hatta yeri geldiğinde ölüme rağmen kendi ideolojik değer ya da düzen kutsallığına rağmen şiir toprağından beslendikleri için kendilerinden bekleneni değil, hak olarak yapılması gerekeni yaparak düzeni ve ideolojileri şaşırttılar. Onlar da Ali bey gibi ‘Katil’, Ahmet bey gibi ‘Asi’ hatta bazen ‘vatan haini’ olarak anıldılar. O yüzden insanların etiketlerini medya ve tabuların değerleri ile değil şiirin mihenk taşı ile göstermeli.

Not: Bu yazı Anlayış Dergisinin Haziran 2009 sayısında yayınlanmıştır.

You May Also Like

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir