ŞİİRİN UZAKLIĞINDA

03.05.2002/vezneciler

Şiir üzerine yapılan bütün konuşmalar (veya yazmalar) her ne kadar ilk bakışta olumlu ve ufuk açıcı gözükseler bile şiirin etrafında dolanıp onu rahatsız etmekten öteye gitmemişlerdir. Öyle ki bazen şiir göz göre göre alıp başını çekip gitmiştir. Ve söylenilen hep uzağına götürmüştür bizi şiirin. Azımsanabilecek bir kaç örneğin ise bu sisi yarıp ondan bazı gölgeler yansıttığı da doğrudur. Şiir kadar insanın kendisi olduğu veya biz olduğumuz başka bir yazın türü yoktur. Böyle olduğu için de ötekinin ve başkasının yargıları ister istemez çok uzak kalmaktadır kendi olan insana. Şiiri kendisinden çok veya başka kelimelerle anlatabilmenin yolu bulunabilseydi belki de o şiirin yazılabilmesi için bir sebepten söz etmek mümkün kılmayacaktı bizi. Şiir’in zira, anlatılamayan güçlüğün kelimelerde yaşayan ölü anlamları diriltme çabasından başladığını kabul edersek; yaşanılmaya başlayan imgelemin yeniden tanımlanması için yeniden öldürülmesi gerektiği için, öldürülen kelime artık o olmaktan çıkar. Tanımlanmaya çalışılan da artık o olmaktan çıkan kelimeden başka nedir ki?

Kendi dünyasında içerikleşmiş, olanlara karşı değiştirme, eleştirme gücü kalmamış, haykırsa sesini duyamayacak, çığlığında yorgunluğun ağırlığını kemiklerinde hissetmeye başlamış bir ruh eğer varsa kendinde bir olağan; bunu şiir olarak yazar, yoksa kendicileyin bir şiir okuyarak bunu yeniden yaratır(veya öldürür iklimin) kendisi için. O zaman da kimsenin o insana şiiri tanımlamasına ihtiyaç kalmayacaktır. Zaten yabancısına anlatılmaya çalışılan da bir anlatılamazdan ziyade yaşanılan bir tecrübeye yakınsa anlatma çabası sadece ırak bırakır insanoğlunu o fenomenden. Oysaki şiir ritmin imgeyi yorması ile ruhta ve kalpte mantıksal bir ölüm bırakır yazanında veya okuyanında. Ki o zaman başka bir yazın türü veya kelime ve sembollerle anlatılmaya çabalanmasında başarılı da olunamıyorsa tamı tamına işte bu insanoğlunun bilinmezliğine yakınlığıyla gerçek şiirdir denir. İşte bu şiir çağı ve zamanı aşar. Zira kendi zamanı vardır ritmi ile,kendi çağı vardır imgesi ile. Her yeniden okunuşunda sizi orda yaşayan orda yaratan bir imgelem olmasıyla siz de çağı ve zamanı aşarak özlenen veya arzu duyulan kendinizin zamanına veya dönemine yakınlaşmış olursunuz.

Ancak gündem şiirlerinin çok değil, on yılı geçtikten sonra bile hiç hatırlanmıyor oluşu (bazen bundan kısa da sürebiliyor) onlardaki ritmin,imgenin, yaşattığı tecrübe zamana ve çağa meydan okuyabilecek nitelikte olmadığı için zaman da onları un ufak etmekte gecikmiyor. Zaten bir klasik de olmaktan çok uzak oldukları için ilk kuşaktan sonra ikinci kuşağa dahi çok yabancı durmaktadır bu şiir. Gerçek şiirin ise kendisine ait üst bir yaşayan zamanı olduğu için çoğunlukla bu yaşanılan zamanla paralellik taşımaz. bu veçhiyle genellikle çok uzaktır gerçek bir şiirin gerçekliği yaşanılan insanların gerçeklerine ve sanat anlayışlarına. Oysa bu Rimbaud’nun “Esrik Gemi”si Latremont’un “Moldoror’un Şarkıları”,Eliot’un “Çorak Ülke”si, Paul Valery’nin “Deniz Mezarlığı”,Karakoç’un “Mona Roza”sı, Fazıl’ın “Kaldırımlar”ı, İ.Özel’in “Mataramda Tuzlu Su”yu ,C.Zarifoğlu’nun “İşaret Çocukları” ve sayamadığım nice örneğiyle kabuldür ki güzel şiir kendini farklı zamanda yaşar. Şair çünkü, zaten farklı zaman (ve bazen de) mekanda yaşıyor olmasıyla bize yeni bir ritim ve imgeden seslenir.

Bundan öte zor olacak herhalde konuşmak, şiire söz vermeden…

Kandırmayın geceleri bana
Yokluğun fısıldadığı denizin tuzundan
Bana getirmeyin dilde yoğrulan acıları.
Kendimin kalan yaralarımı aldılar
Bana ölüm oluyor o yüzden
Yandığını gördüğümde
Karanlığına yansıdığı suyun
Kayıp yolun düşü çalınmış kuyuya düşmesinde
Beni yaşam kılmıyor bu yüzden
Her sıyrığı uyuyan bir serap taşıyan
Şair yaralarının…

You May Also Like

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir