YAŞANILAN, ARAFTIR DÜNYA

25.3.2001/Beyazıt

Cehennem, insanların olmamasıdır diyordu Garaudy. Cehennem benim olmamamdır dedi Sarter. Cehennem benim, diyor Zahit Eren ve ekliyor “içimdeki ateşi dindirmek için ne zaman yardıma muhtaç birine dokunsam onu da yaktığımı görünce ateşim daha da çoğalıyor. Daha çok cehennem oluyorum.” Cehennem O’nun yokluğudur demişti Ahmet Arif. Gündüz Vassaf ise cennetimizin kapılarıdır diye yürümüştü. Ötekisinde varlığa kavuşan kendimizi düşündükçe, ötekinin bizi soğuran kara bir delik olmasına rağmen, bir yanımızı öldürürken, orada bizim varlığımıza eklenmemiz ve bu ölüm ve dirim döngüsünün büyük ölüme gidiyor oluşu veya büyük dirime gidiyor oluşu bizde sarsılmaz bir dinamizm doğurmakta. İşte ben ölüm ve yaşam arasındaki arafta duran bu zamana cehennem diyorum. Büyük kayıtsızlığına rağmen, hangisinin başlangıç, hangisinin son oluş belirsizliği idrakte olanı yaktıkça, hiçbir tevbe cevap olamayacaktır bu ateşin sönmesine.

Garoudy’ye katılıyorum cennet diye verilen bir zaman mekanı insanlarını kaybettiğinde elbette ki orda yaşanılanın artık cehennem mekanıyla içkin olduğunu söyleyebiliriz. Sartre’a katılıyorum Cehennem diye reva görülen bir sonrasızlık zamanında kendimi oradan kopardığımda, artık bende anlamını yitiren, bütün duyumsamalarımdan ve usumdan intihar eden o cehennem artık benim olmadığım bir zaman tasavvurunda, artık cehennem mekanı olarak kalamaz bende. Zahit Eren’e katılabilir miyim bilmiyorum. Acaba diyorum cehennemin varlığı cennetin yokluğuna bağlı bir fenomen mi? Bu şayet materyalist anlamda mümkünatı kırılabilir bir sendrom sayılabilse bile metafizik içkinlikte pekala varkılınabilecek bir durum. Hatta kendi anlayışına göre bunlar arasında bir geçiş bile mümkün. Zahit Eren’in Cennet’e kendi olmayan düşüngüsü ve hatta bu kendi karşıtına yardım edeyim derken onu da kendileyinceleştirmesi ve dahi bunun kendisinde büyüyen bir benlik oluşturması açıktır. Tam da bu absurdite denilebilecek hayata karşı kayıtsızlığın getirdiği bir benlik olacaktır ki o da buna cehennem demektedir. Onun serüveninde bizatihi “hayatın yaşanmaya değip değmeyeceği” ayrı bir araftır belki de. Ahmet Arif’e de katılabilirim. Bütün cennet mefhumunun ölülerden ve tükenen zamandan toplanarak geride kayıtsızlığa sürülen bir sürü “tanrı, sevgili, yaşam ve eşya”nın ve hatta cennet ruhları sökülerek cehennem bırakılabilen ve idelerin yalnızlığına rağmen bu cennetlerin tek bir insana hasredilmesi elbette ki O’nun yokluğunda, bu gözleri ve ruhları boşaltılan idelerle olmak bir cehennem telakki edilse abartılmış bir durum olmaz Ahmet Arif için. Zira o bu konuda kendi cehennemini de kendi yaratmış oluyor. Öteki sendromu tam da burada başlamıyor mu sizce? Yani bana göre cehennem Ahmet Arif’in bu sürekli olmayan potansiyel yerine sürekli bir trans halindeki cennet. Cehennem olgularının merkezindeki bunu sağlayan gücün oluşturduğu kayıtsız kalınan bir zamanın mekan yaratması sonucu oluşur cehennem; desem acaba yanılmış mı olurum.

Öyle ki Gündüz Vassaf’a katılmamak elde değil. Gündelik totaliterizmin bireye ısmarladığı surlardan yükselen cehennem alevine hiç aldırmadı. Ve ona rağmen ateşten kendine cennetler yaratabilen bir isyan ruhunun izlenimidir bu. Bu onda öyle yer etmiştir ki anarşizmin doruğundayken cennet diye gösterilen olsa arkasında cehennemi var eder usunda. Böylece bu kilitli kapıyı bir daha kilitler. Öylesine ki cehennem anılan hayatın çilesinde ve olgusunda yeni bir cennet bulma ümidi varkılınır onda.

Cehennem yaşanılan hayattır derken Camus ve hayat da zaten saçmadır derken bir Sisifos yazgısıyla cehennemini kimi zaman hayatın ta doruklarına çıkarırken an olur, onun yuvarlanıp tekrar düşmesine de hiç içerlenmez ve tekrar iner kendi cehenneminde gizli bir cennetlik ruhuyla tekrar onu yukarı çıkarmaya çalışır. Kaldı ki buna dahi saçma der Camus. Ölüm bütün hayatın ve insanların üzerinde cehennemi gölgelendirmeden öte nedir ki? Garaudy’nin başkalarını, Sartre’ın kendisinin, Eren’nin beninden arşınlanabilecek her şey bile kendi uzamında cehennemini arttırmaktan öteye geçmez böylece. Kendi kahramanı Sade’yi de cehenneminden yaratır ve saldırır bütün doğasına insanın ve yaşamın. Cennet diye bir imgelemden yine söz edeceksek bu savaşın yani bu saçma (Absurdite)’nin adından çok bir şey gelmez aklımıza Camus için.

Rimbaud günah üzerine kurulduğunu düşümlediği yaşanılanda kendini bir günahkar görüp “cehennemde bir mevsim”i yaşarken aslında bu mevsimin bitmeyeceğini de biliyordu. Ve kendisindeki suçluluk duygusunu kurtarabilmenin yolu da bu azabı çekmek yani bir şekilde kendisine verilen ömrü doldurmak olarak tanımlamak olacaktı. Ve adeta nerede bir acı varsa kendisini oraya ekledi. Belki de Rimbaud öteki diye inanılan hayatta daha güzel bir cennete gönderme olarak görüyordu bütün acılarının bedelini. Rilke’nin ‘Diuno Ağıtları’nın aksine melekler ona hep azab habercisi oldular. Bu yüzden Hölderlin gibi cehenneminde aklını feda etmedi ama yaşanılan hayatta da Adn Cennetlerini hep öte bir yerlere yolladı. Bunun yokluğunda var kıldı cehennemini. İbn’i Arabi de insan cehennem azabına alışabilir derken belki de Rimbaud’a yakın bir öte mekan için hazırlık tasavvuruna işaret ediyordu.

Bir kendime katılamıyorum cehennem roktasında. Kişi cehennemini onardıkça kazanıyor olabilir cennetini. Veya cehennemine sarıldıkça onu yitirip bir cennete de düşebilir. Bu iki imge yani aslında düalizmin kıyısındaki acı ve sevinç, azab ve mutluluk arasında bir hareketlilik söz konusuysa (ki öyle inanıyorum) ve ben bu değiştirilemez, katlanılması kaçınılmaz olan değişime(yerine ve zamanına) cehennem diyorsam; elbette ki insanoğlunun iradesinde başlayan bir özveride neden bir kazanımla buna cennet denilmesin. Cehennem ve cennet aslında aynı yerde ve aynı zamanda bulunurlar. Sözlerin ve nesnelerin, fiillerin ömürlerini bitirdikleri zaman ve mekanda. Yani Rilke’nin “ölümle dolmak” dediği bir halden sonra başlamaktadır bu sendrom. Bu bizim de yaşadığımız hayattan sonraki an da olabilir, ki bu mutlak bir cennet ve cehennemdir veya Allah Resulünün bize bu dünyada kazandırdığı “ölmeden önce ölünüz” hikmetiyle de mümkün kılınabilmektedir. Ve biz olmadan önce olmayı başardığımız zaman olduktan sonra olacak olanı da bir kayıtsızlıktan kurtarıp olmuş olana dönüştürebilme imkanını da gerçekleştirmiş olacağız. Bu yüzden Kur’an bize sonradan olacak olanı şimdi anlatmaz mı? İşte cehennem ve cenneti içselleştirip ona aşkınlık kazandıran işareti:” öyleyse Allah ölüleri diriltmeye güç yetiren değil midir?” (K.Kerim: 75/40)

You May Also Like

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir