“DEMOKRASİ “MEZARDAN YÜKSELEN ÇIĞLIKLAR’I SUSTURABİLİR Mİ?

Temmuz, 2008

Avrasya Sanat Kollektifi bünyesinde düzenlenen “Documanterist” belgesel günleri yaklaşık 60 belgeselin 5 günlük gösterimi sonucunda “Nick Fraser” in “Masterclass”ı ile bitti. Masterclass’ın başlığı ise “Neden Demokrasi?” idi. Bu başlık adı altında Festivalde de gösterilen 10 filmden klipler gösterilip “Neden Demokrasi” sorusuna yanıtlar aramanın yanında belgesel sinemasının değişik bir formu olan ve temsilciğini en iyi BBC’nin yaptığı Tv Belgeselciliğinin gerek teknik, gerekse muhteva özellikleri de tartışıldı.

BBC’nin yapımlarını desteklediği ve ortak konu olarak “neden demokrasi” sorusuna bir şekilde yanıtlar arayan ya da o başlığı tartışmaya açan belgeseller çoğunlukla demokrasinin olmadığı ya da problemli bir demokrasiye sahip olduğu düşünülen ülkelerden seçilmiş gibi. Çin, Pakistan, Rusya, Liberia, Bolivia gibi ülkelerden belgeseller yer alan seçki de bir de Amerika’dan filmi vardı. BBC belgeselcisi Nick Fraser bu seçkide özellikle Türkiye’den de bir filmin olmasını, arzuladığını defalarca vurguladı.

Masterclass’da çok tartışılan filmlerden biri şüphesiz Temmuz-1995 Srebrenica katliamını konu alan “Mezardan yükselen Çığlıklar” filmiydi. Yönetmenliğini Leslie Woodhead’in yaptığı ve Katliamın yıl dönümde gösterilen belgesel bütün eksik ve çoğu zaman subjektif bakış açısına rağmen tüyler ürperticiydi. Nato gücü Hollanda askerleri ortada hiçbir sebep yokken 30 askerini güya kurtarma adına 25.000 kişiden oluşan Müslüman mülteci kampını Sırp Generali Mladiç’e teslim eder. Boşnak mültecilerin öldürüleceği söz konusu iken BM Özel temsilcisi Yasuski Akaşi ise Fransız Generaller Morillon ve Janvier’in verdikleri raporlar doğrultusunda hava saldırısını başlatmayı sürekli geciktirir. Hava saldırısı da gerçekleşmeyince Sırplar 2 günlük sessiz bekleyişten sonra cesaret bularak Nato çemberini yarıp Srebrenica’ya girerler. Sonuçta olan olur ve bütün dünyanın gözleri önünde demokrasi havarisi Abd, Fransa, Hollanda’nın komutasındaki Nato gücünün de işbirliği ile 3 günde 10.000 Boşnak erkek(genç, yaşlı demeden)sırf etnikleri ve dinleri farklı olduğu için katledilir. Bu olayların yaşanmasından güya birkaç gün sonra haberdar olan BM hala harekete geçmemiş tersine Miloseviç ile toplantıya oturan BM komutanları bu olayları bahis konusu bile etmemişlerdir. Toplantının ertesi günü 16 Temmuz’da Sırplar daha da ilerleyerek Pilica denilen bölgede 1500 erkek-çocuğu daha katlettiler. Olayların hayatta kalan az sayıda tanıkları o günleri anlatırken dilleri tutulurken onları kahreden ise bütün bunların BM askerlerinin gözleri önünde yapılıyor olması ve dünyanın buna sessiz kalmasıydı. Adeta bütün dünya ortak karar almış ve 15.000 insanın vahşi ve canice katledilmesine ortak imza atmış gibiydi. Hasan Nuhanoviç Hollanda askerleri ve Sırplar arasında tercüman olarak çalıştığı için bütün katliam sürecine tanık olmuş ve hala kendi ailesinin cesetlerini bulma ümidini kaybetmemiş bir Boşnak. O her savaş suçluları mahkemesine gittiğini, çeşitli örgütlerle görüştüğünü ama kendisinin dinlenilmediğinden ya da somut bir adım atılmadığından yakınmaktaydı. Ona göre suçlu Fransız, Hollanda, Sırp Generallerinin ve askerlerinin hala serbest bir şekilde dolaşması hatta kimilerinin şu an dahi Srebrenica’da polis şefi olarak çalışması bu ülkede her zaman insan haklarının çiğneneceğini ve demokrasinin hiçbir zaman gelmeyeceğini göstermektedir.

Belgeselde bu yukarıda anlattıklarım o kadar da detaylı ele alınmamış, Hollanda askerlerinin ve de BM’nin sanki katliamdan daha sonra haberleri olduğu kendi birliklerini korumak için geri çekildikleri yoksa kendilerinin de bir avuç Sırp birliği tarafından darmadağın edilecekleri bahaneleri sıralanmakta… Böylece koskoca Nato gücünün yeri geldiğinde ne kadar pasif ve iş görmez olduğu ortaya çıkmakta. 30 Hollanda askerine karşılık 30.000 mülteci teslim ediliyor. Nasıl bir pazarlık bilinmez. Yıllar sonra ortaya çıkan videokasetlerde Hollanda birliği komutanı Albay Karremans ve askerleri Sırp Katil Generali Miladiç ile Kampın Sırp Ordusuna teslim edildiği gece sabahlara kadar içmekte ve eğlenmektedirler. Belgeselde kendisi ile yapılan röportajda “Ritko Miladiç’ten böyle bir şeyi yapacağını tahmin etmiyorduk” diyerek de vicdan azabını azaltmaya çalışmaktadır. Oysaki başka bir video görüntüsünde onun Sırp General karşısında ne kadar korkak bir tavır içerisinde olduğu ve kendisinin hava harekâtı talebinde bulunmadığını NATO ne istiyorsa onu yapmakla mükellef olduğunu söylerkenki korkaklığını izlemekteyiz.

Belgeselde çok iyi yakalanmış birkaç nokta sıralamak istersek;
Sırp Generali Mladiç kamplardaki çocuklara çikolata dağıtmadan önce askerlerine:
-“Şimdi Osmanlı isyanındaki gibi Müslümanlardan intikam almanın vakti”.
Yine savaş suçluları mahkemesinde kendin suçlu görmediğini utanmadan söyleme cesaretini gösteren aynı general:
-“Bugün size Allah yardım edemez ama ben yardım ederim, silahlarını bırakıp teslim olan kimse öldürülmeyecek”.
Yine eşini ve oğlu Nermin’i bulma ümidi ile katliam cesetlerinin toplandığı tünele gelen anne:
– “Artık hiçbir şeyi görmekten korkum yok, gördüklerimden daha dehşet bir şey olacağını tahmin etmiyorum ama yine de tünele girmek ve Nermin’i mi orda bulmak…(ağlar)”.
Sırplar mülteci kampından kaçmayı başaran ve sivil direnişe katılan Boşnakları ormanda yakaladıktan sonra aynı kadının kocasının kafasına silah dayıyarak oğluna hitaben şunları söyletirler:
“Nermin oğlum! Dağdan inin artık. Savaşmaya gerek yok. Sırplar hiçbirimizi öldürmeyecek. Nermin gel! Bizi serbest bırakacaklar teslim olursak”

Tarih tekerrürden ibarettir derler, Miladiç ve suç ortağı Demokrasi havarileri ülkelerin komutanları olayın üzerinden 13 yıl geçmesine rağmen hala bazı şeyleri tartışmakta kendilerini haklı görüyor ve somut bir sonuç ortaya koymuyorlar. Katliama katılmış bir çok Sırp asker ise bugün Bosna-Hersek sınırlarındaki Sırp çoğunluğun olduğu kasabalarda güvenlik görevlisi olarak çalışıyorlar. Katliamın ardından 8 yıl sonra BM ABD’nin sebepsiz yere Irak’ı işgalini engelleyemedi. 5 yıldır Irak’ta demokrasinin hâkim olduğu ülkelerin gözleri önünde “demokrasi getirme amacıyla” başlatılan işgal sonucu mahsum sivillerin kanı akıyor. Dünya savaş suçluları mahkemesi hala hiçbir somu adım atmış değil. Yeri geldiğinde, diş geçirebildiğine, zayıf suçluya haddini bildiriyor ama ya silahı ve gücü elinde bulunduran ve katiller?

Demokrasi Srebrenica’da “Mezardan yükselen çığlıkları” hala susturamadı. Çünkü yaşayanların ölüler kadar cesareti yok konuşmaya ve anlatmaya. Kimsenin cesareti -elinde olanı kaybetmeme adına- biraz olsun yetmiyor gerçeği ifşa etmeye. Kovulanlar, dışlananlar, renkleri-dilleri-dinleri alay edilip hiçe sayılanlar ve sonuçta ölüme yakıştırılanlar sonuçta bize gerçeği ve hakikati anlatabilecekse ve eğer bunlar sürekli azınlık olacaklarsa:
“Nermin oğlum teslim olma! çıkma ormandan! burada demokrasi var?!
Savaş suçluları bulunmadığı ve yargılanmadığı müddetçe mezarlardan bizim de demokrasimizin beyaz şafağımıza kandan çığlıklar sıçramaya devam edecek ve Bosna’da ya dünyanın başka bir mazlum beldesinde savaştan sonra hala ayakta kalan evlerdeki kurşun deliklerinden Can Dündar’ın dediği gibi kan akmaya devam edecektir.

You May Also Like

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir