NADİR Mİ SİMİN’DEN AYRILDI SİMİN Mİ NADİR’DEN?

28th Fajr Film Festivali geçen yıl başta sinemacıların olmak üzere bir çok sanatçı tarafından protesto edilmişti. Yönetmenlerden bazıları filmlerini göndermemiş bir çok sinemacı da festivale katılmayacağını tek bir filmi bile izlemeyeceğini ilan etmişti. Bu tepkilerin sebebi Ahmedi Nejat’ın Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Farabi Sinema kurumunun kadrosunu işten çıkarılması ve özellikle de seçimlerdeki hile bahanesiyle yapılan protestolarda polisin ve devrimin kolcu kuvvetlerinin bir kaç sanatçının ölümüne, bir çoğunun yaralanmasına sebep olmasıydı. O günden bugüne tutuklamalar devam etmiş. Sanatçıların yıllar önce yaptıkları eserlere bile din ve devrim çerçevesinde (bizdeki kemalist-laik zihniyetten biçim olarak farklılık taşımayan) yorumlamalar yapılarak ceza faturaları kesildi. Bunların en büyüğü de Resulov ve Panahi’ye kesilen 6 yıllık hapis ve 20 yıllık film yapmaktan men cezaları oldu.

29th Fajr film festivali önceki yılın çalkantılı ve zulüm denebilecek uygulamalarının gölgesinde çok az sayıdak yabancı katılımcının katılımıyla, şehir merkezinden ve muhalif sanatçılardan yalıtılan bir merkezde gerçekleştirildi. Yabancı katılımcılar için otel ve Milad Burcu Kongre merkezi arasında soğuk ve heyecansız bir şekilde geçerken, şehrin sokaklarında da yıllar önce eşine rastlanmayacak şekilde gençlerin sinema tutkusu, heyecanı ve aşkından da eser yoktu. Reza Mir Karimi gibi bir zamanlar devlet destekli film yapan yönetmenler dahi Festival Yönetimini ve juriyi protesto etti. Karimi ve bir kaç yönetmen juriyi tanımadıklarını ve eserlerini halkın izlemesi için festivale gönderdiklerini beyan ettiler. Festivalin açılışında 30 yıllık sinema hayatından dolayı Mesud Kimyayi’ye onur ödülü verilirken. Kimyayi ‘Eğer sakalıma ve yaşıma ihtiram gösterip beni dinleyecekseniz, Panahi ve Resulov’u serbest bırakın dedi’.

Devrimin yetiştirdiği yönetmenlerden biri olan ve yerli tutumuyla hala ilkeliliğini koruyan İbrahim Hatemikiya klasik tarzdaki evlilik müessesine yepyeni bir açılım ve eleştiri getirerek yaptığı ‘Bir Evlilikten Haberler’ adlı filmi beğeniyle izlendi ve alkış topladı. Film kadının merkeze alındığı ve evliliğe yepyeni yorumlar getirmesi bakımından bugüne kadar İran’da eşine az rastlanır noktalara temas ediyordu. Yüceltilen değer ise Hatemikiya’nın her zaman hayıflanarak dokunmaya cesaret ettiği ‘aşk’ olgusuydu.

İzleyebildiğim diğer güzel filmlerden bir tanesi de benimle aynı dönemde Sanat Üniversitesi’nden mezun olan Ayda Penahende’nin tv için yaptığı filmdi. ‘Davud ve Kumru’ adlı dijital formattaki filmde bir sesçi olan yeni evli Davud yoğun çalıştığı film setlerinden gına gelmiş ve kısa sürede evine dönmek isteyen tembel bir idealisti resmetmektedir. Ses hocası Davud’un aldığı sesleri beğenmeyip ikindiye kadar temiz bir ‘Kumru’ sesi getirmezse Davud’a harçlığını alamayacağını ve işten kovulacağını söyler. Bütün film Davud’un Kumru sesi peşindeki hikayesini anlatır. Ama aslında bu arayışta gençlerin yiten idealistlikleri, evlilik sorunu, aile ilişkileri, geçim derdi, sinema sektörünün sabiti olmayan dengesiz acımasızlığı ve sevgiye ne kadar ihtiyacımız olduğu naif bir dille kalbimizin kıyısına vurur. Zaten sinema ya da sanat bu değil midir? Aklımızdan ziyade kalbimizi yerinden etmedikçe bir eser ne kadar samimi ve değerli olabilir ki?

Gelelim 2 yıl önce ‘Eli hakkında’ filmini, yönetmenliğinde bazı lüzümsuzluklar, yetersizlikler bulmama rağmen hikayesini ilgi ile izlediğim Asghar Farhadi’nin yeni filmi ‘Nadir’in Simin ayrılışı’ adlı filminin seyrine. İran devlet bürokrasinin tipik bir tezahürü olan neredeyse 2 saatlik bir gecikmeden sonra gösterilebilen film ilgi, coşku ve alkışla izlendi. Hatemikiya’nın filmine benzer şekilde salonda yer bulamayan seyircilerin bir kısmı filmi ayakta izledi. Asghar Farhadi ilk olarak ‘Güzel Şehir’ ardından ‘Çarşamba Suri’ filmleriyle Ali Hatemi’den sonra yerli İran halk tabanından en fazla ilgi gören yönetmen. O da Ali Hatemi gibi yurt dışı festivallerini kale almadan başta sokakta, çarşıda çalışan halk sonrasında memleketinin aydınları için film yapmayı hedef edinmiş bir yönetmen. Ali Hatemi’den ayrılan en büyük yönü ise onun gibi siyasi konulara değil de günlük, ailevi hikayelere yönelmesi. Filmleri günlük hayattan kopup gelen konuları ele almasına rağmen Kiarostami, Panahi, Majid Majidi gibi minimalist diyebileceğimiz yönetmenlerin aksine dramatik olaya ve hikayeye ağırlık vererek neredeyse bir Holywood filmi gerilimini yakalıyor. Yine minimalizmden ayrılan bir diğer yönü sıradan, tecrübesiz oyuncular yerine profesyonel oyuncularla çalışması ve bugüne kadar İran sinemasında yaygın olan oyuncudan oyun alabilme becerisini neredeyse doruğa çıkarması. Bu başarısını özellikle çocuk oyuncuların rollerinde görmek mümkün. Bir zamanlar İran sinemasının en iyi senaristleri sıralandığında Kambozia Partovi akla gelirken şimdilerde Asghar Farhadi’nin gelmesi haksız bir teveccüh değil. Diyaloglarında, karakter yaratmadaki becerisinde, kendizi filmin içinde hissetmeniz ya da dışarı çıktığınızda gördüğünüz bir insanı filmin karakterlerinden biri ile özdeşleştirmeniz ihtimal dahilinde. Hikayede var ettiği gerilim benim açımdan aşırı ve koyu renkli olarak addedilse de belli ki bu modern hayatın yorgunluğu altında ezilen seyirci için bir ferahlama kendini unutma durağı. Ne denilebilir ki en azından Holywood sineması yerine kendimizie ışık tutan bir aynaya bakıyor olmamız bize güven verdiği için bu eksikliğin üstü şimdilik örtülebilir.
Ali Hatemi’nin ‘Anne’ filmini izleyenler var mı bilmiyorum. Ali Hatemi tam bir İran ülkesi sevdalısı olduğu için her filminde ülkesinin farklı bir yarasına işaret etmekle sürekli yerli kalabilmiş, doğru anlaşılabilmiş bir yönetmen. ‘Anne’ filmi kendi ‘İran sevdasının’ diğer eserlerine göre çok daha fazla simgesel olarak yer aldığı bir film. Muhtemelen de bu yüzden en az doğru anlaşılabilmiş bir filmidir diyebilirim. Filmdeki bir başına koskoca evde yaşayan anne dakik olarak İran’ı sembolize etmektedir. İki oğlu ve bir kızı evlenip gitmişlerdir. Filmde başka alegorile de var. Oğullardan bir tanesi idallerinin peşinde, edebiyatla bağı sağlam bir Aydın. Diğeri gayri meşru olmasa da pis işlerden paralar kazanıp zenginleşen şişman, çirkin bir oğul.Kazandığı paralar dahi karısının yurt dışı turistik gezi harcamalarını karşılayamamakta, bu yüzden mutsuz bir evlilik yaşamaktadır. Akbar Abdi’nin muhteşem oyunculuğu ile dikkati çeken deli rolündeki başka bir kardeşleri de vardır. Kız kardeşleri başka bir şehre taşınmış. Zengin ve şişman abisinin evliliklerine rızasızlığından kaynaklanan bir husumet vardır. Anne yani ‘İran’ ölmek üzeredir. Bu yüzden son gününde bütün çocuklarını bir arada görmek istemekte, akşam yemeğini birlikte yemek istemektedir. Bütün çocuklar bir şekilde gelir. Çocukların kavgası, durumu yeni İran neslinin durumudur. Özellikle de deli olan kardeşleri gelecek neslin yitirilmişliğine işaret eder. Bu arada bir üvey kardeşleri çıka gelir. İran’nın güney bölgesinden, babası savaş döneminde ikinci bir evlilik yapmıştır. Bu sadece annesinin bilgisindedir. Bu zenci, arap kardeş düşman olan iki oğulu bir şekilde barıştırır. Anne ölür. Kısa bir süreliğine de olsa aile bir arada olur. Hatalar ve kusurlar gün yüzüne çıkmıştır. Ancak bunlar telafi edilecek midir bilinmez.

Asghar Farhadi’nin Berlin’de Altın ayı ödülü alan ‘Nadir’in Simin’den Ayrılışı’ filminin baş rolü için Ali Hatemi’nin kızı, Leyla Hatemi’yi seçmesi bu rastlantı değil. Filmde Anne ölmüştür. Baba parkinson hastası olduğu için kendine bakabilecek güçte değildir. İngilizce öğretmeni Simin kendisi ve kızı için İran’da yaşamayı zul görmekte ve Kanada’ya gitmek istemektedir. Ancak Nadir babasına bakmayı tercih ettiği için Simin boşanmayı talep eder. Baba için tutulan kadın dindar olup aşağı tabakadandır. Hamile olduğu göze çarpmaz. Eşi işte dikiş tutturamayan borçlu bir ayakkabıcıdır. Nadir bir gün eve erken gelip de babasını yatar vaziyette görünce bakıcı kadını para çalma suçuyla da itham ederek kapı dışarı eder. Kadın bunu gururuna yediremez. Geri gelip hakkını talep ettiğinde Nadir onu iter. Kadın çocuğunu düşürür. İki aile arasında dava süreci başlar. Nadir en sonunda diyet ödemeyi kabul eder. Dindar kadın çocuğu daha önce de düşürmüş olabileceği şüphesiyle bu paranın haram olabileceğini düşünerek parayı almaz. Kocası çıldırır. Nadir de aslında kadını hamile olduğunu bilmediğini söyleyerek yalan söylemiştir. Bütün bu süreç Simin ile Nadir’in kızlarının gözünden anlatılır. Anne babalarının kavga sürecinde arada yiten erken büyümek zorunda kalmış genç bir nesli simgeleyen küçük kız. Babasını da annesini de çok sevmesine rağmen eleştirir bir duruma gelir. Film Anne babanın mahkemedeki boşanma sahnesiyle başlarken şimdi aynı yere dönmüş. Kızlarının kimin yanında kalmak isteyeceğine karar vermesi gerekmektedir. Simin ve Nadir mahkeme koridordunda aralarında bir kapı olacak şekilde karşılıklı otururlarken, Kızlarının cevabını beklemektedirler. Ama o cevap hiç gelmeyecektir. Çünkü aslında bu süreçte kızları kendilerinden ayrılmıştır.

Asghar Farhadi klasik ödül avcısı İranlı yönetmenler yerine ülkesinin şerefini koruyarak her kesimdeki insanın çelişkilerini, güzellikleriyle birlikte göstererek tam anlamıyla bir İran toplumu prototibi çizer. Kader dışında neredeyse hiç kimseyi suçlamaz. Değer biçtiği ve önemsediği şey ise dindar olsun olmasın birlikte yaşabilme ihtimalini sevgi ve dürüstlük çerçevesinden bakarak yeni neslin geleceği açısından bir daha düşünmek…

Not:Bu yazı Karabatak Dergisi’nin Kasım 2014 sayısında yayınlanmıştır.

You May Also Like

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir