KADINLAR NEDEN KOPYA SEVER?

29.1.2011/Eyüp

Şöyle bir göz attığımda yazın dünyasına, Abbas Kiarostami’nin ‘Aslı Gibidir’ filmi hakkında neler yazılmış diye her zamanki gibi hüsran ve öfke ile kendime dönüp bu yazıyı kaleme alma gereği duydum. ‘İran Sinemasının düşen kalesi’ gibi beylik laflardan tutun da ‘Avrupa sanat filmlerinin duygusundan başka bir şey yok’ gibi mülahazalar ve daha sonra okumaya cesaret edemediğim diğer eleştirmenlerin yazımsı şovalyelikleri. Eskiden eleştiri bir filmi başka türlü de anlayabilme yolunda bize fikir verilmek için uğruna ter dökülen bir çabaydı. Şimdilerde bunun, başka türlü de nasıl anlayamazsından hareketle film dışında her şeyin yazıldığı bir acemi kalemşörler arenasına dönüşmüş olması çok hazin. Bir kere ‘Aslı gibidir’ tamamiyle İran kadınını anlatır. Bir kere Abbas Kiarostami tamamiyle orjinal, toprağına bağlı. Uzaktan yakından hele de Eric Romer’in kopyası ya da başka bir Avrupalı yönetmenin kopyası olacak kadar düşüklüğe gelmez bir yönetmen. Peki Abbas başka kadınlara da işaret etmemiş midir? Peki Abbas kendi İrani kimliğinin dışına hiç çıkmamış mıdır? Bu sınırlarda kalsaydı eğer, ortaya çıkan eser Sanat Eseri olmaz, Teknik bir buluş, ya da bir fikir eseri olurdu sadece. Bunları becerememiş olsaydı muhtemelen kendisini hiç anlamadıkları için eleştiren bilgiç yazarlarımız bu sefer sahih anlamda kendisinin övücüsü/ sövücüsü durumunda olmaktan öteye geçemeyeceklerdi. Kiarostami, Avrupa’ya ve dünyaya kendisinin kopya bir eser yapmadığını ve sinemanın hala orjinal fikirleri yeni orjinal biçimlerde yansıtma potansiyelini yitirmediğini ironik başlıklı eseriyle ortaya koyabilmiş nadide bir müelliftir.

‘Aslı gibidir’ temelde doğulu/batılı modern kadın olgusunu irdelemektedir. Godaryen anlayıştaki bir kadın eleştirisini Kiarostami daha üst bir seviyeye çıkarır. Kökene ilişkin bir tarışmayı başlatır. Film adım adım ontolojik olarak kadının neden kopyayı aslı kadar değerli tuttuğunu gösterir bize. James karakteri daha filmin başlangıcında eserini ortaya koyarkenki konuşmasında ‘kopyanın orjinal kadar olmasa da değerli olduğu ve dahi orjinalin değerine değer kattığını’ ifade etmektedir. Konuşmanın diğer detaylarına daha sonra dönmek üzere şimdi Kiarostami’nin adım adım Elle’nin bir kadın olarak kopya tutkusunu nasıl çizdiğini ve şekillendirdiğini görelim. Daha en başından kadın aslında James’in yazdığı kitaba orjinal bir ilgi duymuyor. Taklit bir ilgi var çünkü salona yazardan bile sonra giriyor. Oğlu (özellikle erkek seçilmiş, kız değil) kız çocukların aksine oyununu orjinal bir şekilde oynuyor ve annesi gibi yan hesaplar yapmıyor. Annesi güya çalışma alanı olmasına rağmen hatta adama aşık olması söz konusuyken bile konuşalan merama, fikre göstermelik(kopya) bir ilgi gösteriyor. Yanındaki adamla sürekli konuşuyor. Kartını veriyor vs. Nitekim onun bu kopyacık tavrını oğlu kafede kendi yüzüne de vuracaktır. Kitaptan 6 kopya almıştır ama göstermelik olsun diye. Sevmediği insanlar için imzalatacaktır ama belki de hiç bir zaman onlara vermeyecektir.

Kadının yer altındaki şatafatlı dükkanındaki eserlerin çoğu kopya. James’e aslında sanat eserlerini sevmediğini hasbelkader bu eserlerin ortasına düştüğünü söylüyor. James ise bir erkek olarak evinde sadece pratik şeyleri barındırdığını antikalar(orjinaller) dışında her şeyi dışarı attığını söyler. Kadın sanat eserlerine olan ilgisini göstermek için onu başka bir yere değil, yer altındaki müzevari mağazasına davet ediyor. James ise orjinal’in doğada olduğunu biliyor. Kadını dışarı çıkararak, servilerin şaheserliğinden bahsediyor. Arabadaki ilk konuşmalarında kadın basitliği, karmaşıklığa; gaz sobasını, odun sobasına tercih ettiğini başka bir kadın olan kız kardeşi üzerinden ifade ediyor. Erkek, pratikte buna mecbursa da aslında gönlü karmaşıktan, orjinal olandan yana. Nitekim daha sonra James, çok kilit bir cümleyi Elli’nin kız kardeşi için imzaladağı kitaba not eder: ‘Kopyayı boş ver, Orjinali sende’. Elli bunun Marie’yi mutsuzluğa iteceğini düşünerek rahatsız olur. Aslında bu İran’daki özellikle kadınlarda daha yaygın olan taarruf (nezaket gereği yapılan yapmacık jentilmenlik, tatlı yalan, orjinalinde iyilik olmadığı halde öyleymiş gibi kabul edip karşı tarafı gönüllendirme vb) kültürüne bir göndermedir. Ve belki de dünyanın en fazla kopya seven kadınları -sosyolojik olarak incelendiğinde tabi ki bunun farklı nedenleri de ortaya çıkacaktır- bu yüzden İranlı kadınlardır diyebiliriz. 2008’deki çok ödüllü İran filmi ‘Eli Hakkında’ filminin konusu da nitekim yine İran toplumundaki bu ‘tatlı ya da taarruf üzerine olan yalan’dı. Yine kadının oğlu hakkındaki şikayetleri, kaygıları da daha çok İranlı kadının kontrol ve yönetme güdüsüne işaret eden başka bir durum. Batılı annelerde bu kontrol güdüsü, iyi ya da kötü gittikçe azalmış durumda. Daha ilerde kocasını fazlasıyla kontrol etmek isteyen kadın tavırları da yine Abbas’ın özellikle İran kadınını eleştirdiğini gösteren başka deliller. Bunları sırf Abbas’ın İran filmi yapmayı bırakıp Avrupa filmi yapmaya özendiğini söyleyen yazarlara cevap olsun diye not düştüm. Yoksa İran sinemasının ne olduğunu anlamak için biraz İran toplumunu tanıma gayreti göstermiş olsalar bu filmin sadece adıyla bile ne kadar fazla bir İran filmi olduğunu kavrayabilirlerdi.

Aslında erkekler de yaşam içerisinde kadınlarla birlikte yaşadıkları için gittikçe orjinalliklerini kaybedip ötekilerine benzer davranışlar sergilemeye başlarlar. Oysa ki filmdeki annenin oğlu ‘öleceksin’ ihtarına karşılık ‘Doğru, öleceğim, ne olmuş yani’ yanıtını verebilecek kadar filozof. Çocuklar işte bu yüzden daha kadın-erkek diyaloglarına düşmedikleri için en orjinal varlıklar. Hatta kız, erkek ayrımı bile yapılmadan bunun böyle olduğu söylenebilir. Zaman içinde büyüdükçe toplumun ikisinden bekledikleri tepkilerin farklılaşması ve yaratılılş tabiatlarının da farklılığıyla özellikle kadın orjinalden uzaklaşarak kopyalama bir hayatı seçer. Elli, James’e ilgisini çeker diye 50 yıl önce kopya olduğu anlaşılan bir Herkül freski gösterir. Erkek ‘güzel’ ama kendisi için ‘yeni’ bir şey olmadığını ifade eder. Erkek eğlenmeyi ve anı yaşamayı bildiği sürece orjinaldir. Bu yüzden kahve için o kadar enerji sarf etmesine rağmen kahve geldiği esnada başka bir şey ilgisini çeker. Kahvesini soğutması ve sonra yerine yenisini istemesi dahi orjinaldir. Yönetmen buraya kadar tamamiyle iki ayrı karakter yaratır. Bir yanda Oğlu ile yalnızmış gibi yaşayan mutsuz bir kadın Elle, öte yanda nereye ait olduğu belli olmayan tamamiyle orjinal bir yalnızlığa sahip olan James. Tam olarak Kafe sahnesinde durum yönetmenin dehasıyla bam başka bir boyut kazanacaktır. Kadın, erkeği kendi oyununa çekecektir. Elle, James’in anlattığı kadın ve oğlu hikayesini tamamiyle kendine uyarlayacaktır. Yani kendini hikayedeki kadının yerine kopyalayacaktır. Kafedeki garson kadın da ‘koca’ olgusuna çok fazla göstermelik bir anlam yüklemektedir. Onun için kocası varsa, ilgi göstermiyorsa, vakit ayıramıyorsa bile, kocadır çünkü kadın bir şekilde yalnız olmadığını ve o erkeğin kendisine ait olduğunu hissediyor. Ve sonra beklenen o an gelir. Kadın erkeği değiştirir. Erkek de bir oyunun, bir gösterinin belki de bir filmin içinde bulur kendini. Belki de kadın tarafından ayartılma da yine erkeğin orjinalliğini ya da kadının kopyacılığı ve gösteriyi ne derecede orjinal şekilde başardığını gösterir bir durumdur. İşte erkek orjinalliğini kadının kontrolüne verdiği ya da vermemek için bir kavagaya girdiği vakit James gibi çekilmez olur. Çünkü James artık yapmacıktan(kopyadan) bir kocadır. Elle bundan hoşlanmaktadır. James’in de onun gibi yeni evlenenlerle fotoğraf çektirmesini, nostaljik bir mutluluğa ve olmayan bir geçmişe hasretle bağlanmasını ister. Bozuk şarabı sevmesini bekler. Evlilik yıl dönümünü normal kadınlar gibi kutlamak ister. Göstermelik kocanın evlilik yıl dönümünde yorgun da olsa uyumamasını, kendini eğlendirmesini temenni eder. Evlilik yıl dönümlerini geçirdikleri oteli hatırlamayışını, yaptığı makyajı ve taktığı küpeyi görmemesini şiddetle kınar. James orjinalliğini kaybedip kopya bir koca olmaya başladıkça Elle iktidarı ele geçirir. Ortaya her yerde rastlanan mutsuz çift tablolarından biri çıkar. Belki de gerçekten bu tablonun güzelleşmesi James’in yabancı bir turistin tavsiyesine uyarak kolunu Elle’nin omuzlarına atması ve sarılması olacaktır. Bir anlık yalandan da olsa ona kocası olduğunu ve onu sevdiğini söylemesi ya da bunu hissettirmesi bütün problemi çözecektir. Halbuki bütün bu ritüeller, kültürel adetler yeri geldiğinde orjinalliğe ters kalırlar. Sanatçı bir ruh için de orjinal olmayan bir tutumu sürdürmek gittikçe güçleşecektir. O yüzden James kadının bütün inleyişlerine rağmen yine gün aşırı traş olacak nikah günü traş olmadığı gibi evlilik yıl dönümünde de traş olmaktan kaçınacaktır.

Aslı gibidir, filmini sadece erkeğin orjinal güç ve iktidarının çerçevesinden görmek yeterli olmaz. Daha filmin başında ‘orjinal’ kelimesine işaret ederken bu kelimenin ‘doğurmak’ anlamına da işaret edilir. Hepimizin bildiği gibi her ne kadar erkek orjinal ise de kadından yani bir kopyadan kopmaktadır. İşte bu yüzden bazen kopya eser de orjinal kadar değerlidir cümlesi film içinde yerini bulmaktadır. O orjinal çocuğun annesi bu kadar kopya peşinden giden Elle’dir. James orjinalliğini kaybedip göstermelik(kopya) rollere bürünmeye yaklaşırken aynı zamanda Elle de gittikçe orjinallik yolunda yön tutmuş gibidir. Nitekim Elle’nin imitasyon ve kendini güzel göstermek için küpe taktığı ve ruj sürdüğü sahnenin biçimiyle aynı biçimde otel odasında James traş olmaz ama çıktıktan sonra orjinal bir kocaya dönüştü mü dönüşmedi mi, Elle kopya hatıralardan kurtulup şu anki ana geldi mi gelmedi mi soruları çalan çanların eşliği ile zihnimize işaretler bırakmaktadır. İster istemez aklımıza Tarkovskinin kadın hakkındaki sözü geliyor. ‘Kadın yaşadığımız hayatta özellikle başka bir erkeğe kendini adadığı zaman var olur(orjinallik kazanır)…’

Sanat eserinde öznel bakışın, yeri geldiğinde eser orjinal olsun kopya olsun öneminin tartışıldığı heykel sahnesi biçimsel açıdan şaheser bir sahneydi. Özellikle de kopya tartışmasından sonra Elle’nin gidip birilerinin heykel hakkında yorumlarını almaya çalıştığı sahneyi James’in kenarında duran motorsikletin aynasından izleyişimiz, James’i ise karşıdaki büyük aynada görüyor oluşumuz iki karakterin rollerinin nasıl yer değiştirdiğini ima etmektedir. Belki de sırf bu yüzden yabancı kadın Elle’ye heykel hakkında kadınsı bir yorumda bulunurken aynı yorumu James’e yapamamaktadır. Yine bir diğer biçimsel sahnede başta kameranın aynasında Elle’yi bir gösterişin ayininde küpe takar vaziyette izliyorken filmin son sahnesinde James’i kameranın aynasında yine orjinalliğini koruyan ve 9’daki trenine yetişmeye çalışan karakterine dönerken görüyoruz.

Kopya ve gerçek arasındaki gidiş gelişin bu kadar çok olduğu bir yapı içerisinde senaryoyu bile tersten okumak mümkün; Belki de James ve Elle 10 yıl önce boşanmış iki çifttiler. Sonra bir şekilde karar verip bir günlüğüne evlilermiş rolüne girerek gerçeğin bir oyununu oynadılar. Şunu söylemek gerekir Kiarostami, İran edebiyatının derinliği ve çok boyutluluğundan ilham alarak belki de seyircinin anlayışına iki türlü anlaşılabilecek bir yorum bırakmıştır. Juliet Pinochet filmin setinde oynarken Kiarostami ondan olabildiğince kendisi olmasını, istemiş. Asla role, kopyacılığa fırsat vermemiş. Bressonvari bu oyunculuk yöntemiyle aslında Kiarostami kendi sinema felsefesini de özetlemektedir. Ona göre sinemanın kendisi de kopyadır. Filmler asla gerçeğin yerine geçemezler. Gerçek kadar değerli ve pahalı olamazlar. Çünkü orjinal değiller. Ama ilhamını en doğal gerçeklikten, sıradan insanlardan, doğal ışıktan, oynamayan karakterlerden alan bir sinema orjinalliğiyle gerçeğin kopyası olmayı hak eder. İşte bu kopyadır ki orjinal’i değerli yapar, değerine değer katar. Yoksa Kiarostami, Godard, Fellini, Tarkovski, Kieslovki, Ömer Kavur filmleri olmasa sinema bu kadar değerli olabilir miydi? Sırf orjinale yaklaşmak adına belki de bu kadar kopyaya hatta kötülerine bile tahammül ediyoruz. Korkulacak şey odur ki kopyaları gerçek sanıp onlara övgü düzerken orjinallerin bir kenarda unutulup çürümesi ve beş paralık kıymet bile biçilmemesi. Kapitalizmin istediği de işte budur. Çünkü kopyanın seri üretimi ve tüketimi vardır. Orjinalin bir daha ortaya çıkması için bazen bir yüzyıl beklemek gerekebilir.

Not: Bu yazı Karabatak Dergisi Ekim 2014 sayısında yayınlanmıştır.

You May Also Like

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir