ONLARIN NEFRETİ

21.2.99/Aksaray

Beş yaşına gelmişti o zaman.Daha tarihi yoktu çocuğun.Kuzgun menekşelerin devingenliklerinde kendini yoğurmaya başlamıştı saatler ve yangınlar ateşlerinde bir ırmağın kaçırılmış gözlerini savunuyordu.Ömür hanım güze dair sözler feragat etmeden ilmek ilmek anlam birikmeye başlamıştı sahibini arayan gözlerde.Şerhinde bir atmosfer tabakasının , yüklü develer taşımaya başladığında lehim iyonlarını,gökyüzünün kırık parçalarını toplamaya başlamıştı beşinde çocuklar.Ve saatler patika
yolları ve doruklarında duman tüten bedenleri aşmaya başladığında küçük bir çocuk kör(kaybedilmiş) gözleriyle yazmaya başlamıştı tarihin ilk mısrasını.

Opurtinist bir medyanın sarıklı giyotini iniyor ensesine aşkın.Sevginin boynundan öpüyor dişlerinden akan kanın kendilerine ait olmadığını bilmeyen vampirler. Savaşa dair söylenecek sözler çoktan yuvarlanmışlardı çoktan balkonlardan.Bir yaşam örülmeliydi ölümlü balkonlardan güneşe.Bir ip serilmeliydi kuyuların derinliğine.Yusuf’un gözlerinin mandallandığı güneşe yakın bir ip.Anlaşılır bir sevdanın aşılmaz ilkelliğinde bir sonrasızlığı tartışmamalıydı bir militanın cebindeki yıldızlar.

Ve böyle hüzne dair söylenceleri seçki kıymamalıydı ömür hanım..Böyle bize sallanan yapraklar, Shondel’in daire adamlarını;S.Freud’un psikanalist çocuklarını ısmarlamalıydı çağın oyuncak gençlerine .Beşiklerde bir ağlayışta kendisini bulan , bir yakarışın seherinde benliğinde kendisini duyumsayan yılmaz, direngen kelimeler bağışlanmalıydı bu kavmin kelimesi olmayanlarına……

Ve ömür hanım da sonunda çöktü bir güz gibi.Bir gökyüzünü daha döktük tenimizden.Bir muamma griftgarlığı gözlerimizden.Kavmin çocuklarında hala oyun sesleri.Hala yarından gülümsüyor en yalnız savaşlarında ölülerimiz.Bir güzel ırmağın peçesini açtığında kış,ömür hanım gitmiş olacak buralardan.Kendisiyle yaşadığımız yaralarımız sönmüş olacak böylece.Doktorlar bir zaferin gölgesinde mikrobik tartışmalarla heyulalarını seviştirecekler.Ama ömür hanım!
-Bebekler daha gelmedi ki.Sarp yokuşlarımıza ashab-ı meymeneden bir selam esince;
-Çocuklar daha gelmedi ki ashab-ı uhdudun vadilerine.
Bilem ne yolmazdı ömür hanım.Sen ne lahutililiklerin zirvesinde zemheri geceleri içmiştin.Bak! Arabalar akıyor ömür hanım.Göz yaşlarımızdan sahibi olmadığımız bir metropolün ışıkları.Savruk bir Esmeralda’ nın sıcak gülüşleri düşüyor kavmin gençlerine.Bu kavmin tabutlarında pişmanlık serenatları,fezleke isyanlarla çivilenmiş.Kış geldi işte.Zaman çocukluğunu kaybetti işte.Çoğalttıkça tarihi içinde bir çocuk; zamanın sırtlarında saf saf şiirleri söyledi.Beyninde bir magmanın serinliğini yaşadı karakollar. Kelepçeler bir kış günü bayram sevinçlerini yaşarken çatladılar gülmekten. Maskeler gülümser, çocuklar hala gülümser ömür hanım!Seni kaybettiğimiz bu topraklarda.Arzın endamında bir ölüm yok doğrusu.Doğrusu hiç birimizin ölüsü yoktur belki.Güz ikliminde bir sarı yaprağın kalmadığı gibi öldürebildiğimiz bir yaramız da yoktur artık.Patika ruhlu hekimlerin asfalt yollarında terimizi sükutla yad edebileceğimiz ağaçları morga kaldırmışlardı bile.

Ömür hanım! Bir başkasının elleriydi onlar.Bizim gözlerimiz değildi inan.İçimize başkaları girmiş.Başkalarının göğsünde biz atıyoruz ömür hanım.Yoksa hiç sarı yaprakların gölgesinde kendimizi unutur muyduk?Sana neyimizi sunarız artık.Bir kış gününde sen tekrar güzlerin yaşandığı gürbüz iklimine göçerken, ömür hanım biz hangi ömrü ömrümüzün çalındığı yaşamlarımızda seyredeceğiz. Hangi sevgiyi başkalarının savaşlarında, hangi nefreti…

You May Also Like

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir