SENİ KAÇIRDIĞIM BU YAZGI

21.11.2000/ haseki

Koparılmışsam zaman incinsin. Mavi gülümsemen kaldı hatırlayabildiklerimden. Hani bir an yanıp sönen deniz fenerlerinden bakan. Bir gizi nereye kadar saklar insan. Bilmiyorum. Ne zamana kadar süre giden var kılınır yok olanımızda?… Onu da. Bu “bilmiyorum” yalancığı seninle geldi soframa bilmem anlayabilecek misin? Eskiden olsa kalemler konuşur hayatımda, yazılarımdan kılıçlar doğruldu. Tenimin içindekini aksettiren parlaklıklar sırtlarını çevirmişler güneşime. Nerde bir kefendir bulsam bilmiyorum niyedir var sandıklarımı örtmeye başlıyorum. Senin gelişinle eridi putlarımın boyunları. İbrahim bu yüzden hala beklemededir. Bilmek anlamını sende yitiren bir sözlük olup sırtını öyle narin pınarların serinliğine yaslanarak senin anlamını bulmaya çalışıyor,bütün anlamaları saklayarak aklımın ve zihnimin yordamından. En ateşli mızraklarımı, mızrak tutan ellerimi döküyorum dallarımdan. Ebabiller konmaz hiç bir yanıma. Senin haberlerini getirenler de kör oldukları için anlamadılar kendilerinin ebabil olmadıklarını.

İlk sızmaya başladığında benzimin boşluklarından hala zerdüşt körüklemekteydi ateşimi. O yüzden içimdeki çocuğun sesini bile farklı söylüyordum,senden gayrı gizin bu dokularımda yer etmediğine seni kanıksamak için. O yüzdendir ki seni bazen kendime ihanet olarak da benimsedim. İlk günlerimdeki mısralarımın sesi o yüzden belki yansıyordu zamanı. Oysa ki ne zamandan ne tarihten bir bilinmezim kalmamıştı sen damarlarımda bir “yağmur türküsü” nü söyleyecek yaşa geldiğinde. Kaçınılacak bir esrime ve de fezleke bırakmamışlardı bana atalarım. Aşiret yasalarından kendi gizlerimin beni kuşatmasını bir haksızlık olarak addederken senin bütün yasadışılığını kendi “saklı ülke”min parlamentosunda uygulamaya başladım. Sırf seni bilmeyiş adına bende biriken bilgileri Moğolların Bağdat öncesine gömdüm. Bu gün sen dahil bir şey söyleyemiyorsam kendime ve olana, senin bu sergüzeşt bileminden dolayıdır. Bilmeyenimin bilmediklerime bilinebilir bir katkısından öte bir katkısı olmamıştı senden gayrı. Ya sen bilinmeyen değildin ve ya bilem sınırlarının ötesinde kavranabilecek bir münzeviydin. Gözlerimden yüreğime bir pınar olup aktığın o anı düşlemlediğimde seni duyumsamaya başlamıştım. Algım körelmiş, aklıma başkasının kanı akıyordu artık. Kendimi “işgale uğramış bir fatih” gibi hiç hissetmedim. Zira ilk aklım gözlerinden birisinin içimdeki çocuğun kalbinin senin deryanda sakladığını söylüyordu. Zaten ilk o andı bir daha içimdeki çocuğun mısralarımda konuşamaması. Ve kekeme olmuştu zamana adadığım isyan tarihim. Belli ki bu kuşatılmışlık adına işleniyor bütün cürümleri bu figanın. Şimdi merak ediyorum, ben kimin sesinden konuşuyorum.sen yoksun biliyorum,çünkü senin sesin kendine ait, ya benimkini kim susar bu işitilmeyen zamanın kollarında?..

You May Also Like

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir